Türk-Yunan “établis” Anlaşmazlığı: Lausanne’da yapılan anlaşmaya göre, Türkiye’deki Rumlarla, Yunanistan’da kalan Müslüman - Türk azınlığı mübadele edilecekti. İstanbul’a yerleşmiş olan Rumlar ile Batı Trakya Türkleri mübadele dışında tutulmuşlardı. Anlaşma gereğince, Türk ve Yunan temsilcilerinin katıldığı milletlerarası bir komisyon kuruldu ve 1923’te çalışmalarına başladı. Ama bir süre sonra İstanbul’a yerleşmiş olan (établi) Rumlar deyiminin yorumlanmasında, Türk ve Yunan temsilcileri arasında anlaşmazlık çıktı. Türkiye “yerleşmiş” deyiminin Türk kanunlarına göre belirlenmesini istemekteydi: Yunan tarafı ise, İstanbul’da mümkün olduğu kadar Rum bıraktırmak için, 30 Ekim 1918’den önce İstanbul’da bulunan her Rumun “yerleşmiş” sayılmasını savunuyordu. İki taraf anlaşmayınca konu Milletler Cemiyetine, oradan Milletlerarası Daimi Adalet Divanına gitti. Divan’ın yorumu da anlaşmazlığı gideremedi ve gerginlik çoğaldı. Yunanistan Batı Trakya’daki Türklerin mallarına el koyunca, Türkiye’de İstanbul’daki Rumların mallarına el koydu. Olay iki ülke arasındaki diğer siyasî alanlarıda etkilemeye başlayınca, 1 Aralık 1926’da Atina’da bir anlaşmaya varıldı. Buna göre:
1. Yunanistan’da bulunan Türklere ait emlâk, muhtelit bir komisyon tarafından saptanan fiyat üzerinden Yunan Hükümeti tarafından satın alınacaktı.
2. Türkiye’de bulunan ve 1912’den önce ülkeyi terkeden Rumlarla genel olarak diğer Rumlara ait (İstanbul dahil) emlâk sahiplerine iade edilecekti.
Bu arada Patrik Arapoğlu Konstantin ile ilgili meselede çözüme bağlanmıştı. Arapoğlu Konstantin 1924’te Patrik seçilmişti. Halbuki muhtelit Komisyon kararına göre, mübadeleye tâbi Rumlar arasındaydı. Yunanistan Patrik’in mübadele dışı tutulmasında ısrar ediyordu. Yunanistan meseleyi Milletler Cemiyeti’ne ve La Haye Divanına götürmek istedi. Türkiye adı geçen kuruluşların bu konuda yetkisiz olduklarını ileri sürdü. Ancak Konstantin’in Patriklikten çekilmesi üzerine, ilişkiler yumuşadı. İki taraf arasında daimi elçiler teati edildi.
İtalya’nın Akdeniz’de İtalya-Yunanistan ve Türkiye’yi içine alan bir dostluk ve ittifak sistemi kurma gayretleri, Türkiye ile Yunanistan’ın yakınlaşmasında oldukça etkili oldu. Fakat bu konuda esas tayin edici faktör, uzak görüşlü iki lider Atatürk ve Venizelos’un tavırları oldu. Venizelos’un Yunan Meclisi’nde antlaşmalara sadık kalacağını açıklaması, Türkiye’nin de barış istediğine inandığını söylemesi, ilişkileri iyileştirdi. Bu yaklaşım Ankara’da gereken ilgiyi gördü. 10 Haziran 1930’da mübadiller meselesi çözüme bağlandı. Buna göre, geldikleri tarih ne olursa olsun mübadele dışında tutulan İstanbul Rumları ile Batı Trakya Türkleri’ne “établi” yerleşmiş sıfatı tanınacaktır. Ayrıca her iki ülkenin azınlıklarına ait mallar konusunda da düzenlemeler yapılarak dostça ilişkilere yol açılmıştır. Böylece temeli atılan dostluk Venizelos’un 27-31 Ekim 1930 tarihlerinde Ankara ve İstanbul’u ziyaret etmesi, ertesi yılda İsmet Paşa’nın Yunanistan’ı ziyareti ile pekiştirildi. Venizelos Türkiye’de iken imzalanan üç ayrı antlaşma ile ilişkiler karşılıklı dostluk ve itimat esasına oturtuldu. Öyle ki Venizelos 12 Ocak 1934’de Atatürk’ü Nobel Barış Ödülü’ne aday olarak göstermiştir.493
İngiltere ve Yunanistan ile ilişkilerin normalleştirilmesi, Atatürk’ün dış politikasına 1930 sonrasında, yeni ufuklar açmıştır.
Diğer Batılı Devletlerle Olan İlişkiler: 1923-1930 arasında, Türkiye’ye karşı dostça olmayan davranışlar içinde olan Batı karşısında, Türk dış politikası Milli Mücadele döneminde olduğu gibi Sovyet Rusya’ya yönelmiştir. Özellikle Milletler Cemiyeti’nin Musul konusunda, İngiltere lehine karar alması üzerine, Türk-Sovyet Dostluk ve Saldırmazlık Antlaşması imzalanmıştı. Aradaki rejim farkına ve ideolojik kuşkulara rağmen ilişkiler olumlu yönde gelişmeye devam etti. 1927 yılında bir ticaret anlaşması yapıldı. 1928’de her iki devlet Briand-Kellog Paktına katıldılar. Bu pakt “savaşın bir millî siyaset aracı olarak kullanılmamasını” öngörmekteydi. Rusya ile komşuları arasında bu pakt esaslarına göre hazırlanan Litvinof Paktına Türkiye’de 1 Nisan 1929’da Ankara’da imzalanan ve 1925 Antlaşmasına ek hükümler getiren protokolle katıldı. Protokolun 2. maddesine göre, iki taraf birbirlerine bildirmeden ve mutabık kalmadan denizden ve karadan komşu oldukları devletlerle siyasî anlaşma yapmamayı kabul ediyorlardı.494 Özetle Türkiye’nin Sovyetlerle olan ilişkileri Batı devletleriyle olan ilişkilerine göre şekillenmiştir. Türkiye Batıya yaklaştığı ölçüde, Sovyetlere karşı daha mesafeli davranmıştır.
Fransızlarla önde gelen mesele Osmanlı borçları, Suriye sınırı ve Misyoner okulları gibi konulardı. Suriye sınırıyla ilgili anlaşma, Musul meselesine paralel olarak 1926’da anlaşmaya varılmıştı. Türkiye’de bulunan misyoner okulları Türk yasaları uygulanmak suretiyle çözümlenmişti. Bir Fransız şirketi tarafından işletilen Adana-Mersin demiryolunun satın alınması konusundaki anlaşmazlık, hattın 1929’da Türkiye tarafından alınmasıyla noktalandı. Bunlara karşılık, Osmanlı borçları meselesi ilişkileri zedelemekteydi.
Lausanne Antlaşmasında, Osmanlı borçlarının antlaşmada ön görülen ilkeler çerçevesinde, ilgili alacaklılarla Türkiye arasında yapılacak görüşmelerle sonuçlandırılması kabul edilmişti. Oldukça zor geçen tartışmalar 13 Haziran 1928’de sonuçlandı. Bu anlaşma ile ödenecek borç miktarı ve ödeme şekli tesbit edildi ve Osmanlı Duyunu Umumiyesi ortadan kaldırıldı. Ancak 1929 dünya iktisadî bunalımı, bütün dünyada olduğu gibi, ödeme zorluğu yarattığından meselenin kesin çözümü 1933’e kadar sarktı. Bu sefer Türkiye için daha elverişli bir borç sözleşmesi yapıldı.
1930’a gelindiğinde Türkiye, Lausanne Antlaşması ile ilgili sorunlarını çözümlemiş ve istikrarlı bir dış politikası yürütebilecek bir düzen oluşturmuştu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder