1930-1938 Dönemi: Dünya Krizi Ortasında Atatürk’ün İstikrarlı, Çok Yönlü Politikası


b)  1930-1938 Dönemi: Dünya Krizi Ortasında Atatürk’ün
      İstikrarlı, Çok Yönlü Politikası
Türkiye komşuları ile olan ilişkilerini düzelttiği bir ortamda, 1930’lu yıllarda dünya barışını gölgeleyen olaylar peşpeşe patlak vermeye başladı. Uzakdoğuda Japonya’nın Mançurya’ya saldırması; bu saldırı karşısında Milletler Cemiyeti’nin etkin bir önlem alamaması, zayıf devletleri düşündürmüş, saldırgan politika izleyenleri de cesaretlendirmişti. Faşist İtalya’da Mussolini’nin saldırgan bir politika izlemesi, Almanya’da 1933’de Hitlerin başında bulunduğu Nasyonal Sosyalistlerin iş başına gelmesi ve Versailles Antlaşmasını tanımamasıyla, barışın tehlikeye gireceği anlaşılmıştı. Bu gelişmeler neticesinde, Birinci Dünya Harbi sonunda oluşan düzeni değiştirmek isteyen devletlerle onu korumak isteyen devletler olmak üzere iki grup oluştu. Birincilere revizyonistler, ikincilere antirevizyonistler denildi. Türkiye Birinci Dünya Savaşı sonunda büyük haksızlıklara uğradığı halde, Atatürk’ün gerçekçi politikası sonucu ikinci grupta, barışı korumak isteyenler safında yer aldı. Atatürk’ün dürüst ve güven veren dış politikası sonucu, Türkiye 1932’de Milletler Cemiyeti’ne girmeye davet edildi. Türkiye Milletler Cemiyetine katıldıktan sonra, teşkilâtın barışı korumak konusunda girişimlerini inançlı bir şekilde destekledi.
Atatürk bütün devletlerle iyi ilişkiler kurmaya özen göstermiş, ama barışı bozmak isteyen devletlere karşı, revizyonist olmayan devletlerle işbirliği yapmayı ön plâna almıştır. Bu arada Millî Mücadele’den beri iyi ilişkiler sürdürdüğü güçlü kuzey komşusu ile de ters düşmemeye de itina etmiştir.
Devamlı barış, milletlerarası ortak güvenlik sistemlerinin etkili bir şekilde kullanılmasıyla mümkün olabilirdi. Milletler Cemiyeti’nin silâhsızlanma ile ilgili gayretleri olumlu  sonuç vermemiş, aksine 1933’ten sonra silâhlanma ivme kazanmaktaydı. Bu durumda Atatürk, Türkiye’nin etrafında, bir güvenlik ve dostluk çenberi oluşturmak istedi. “établi” meselesinin çözümlenmesinden sonra Yunanistan ile olan pürüzlü konular kaldırılmıştır. Türkiye’nin Balkan ülkeleri üzerinde bir iddiası yoktu. Saldırganı caydıracak ve Balkan ülkelerinin sınırlarını garanti altına alacak bir gruplaşmadan yana ağırlık koydu. İlk önce Yunanistan ile 14 Eylül 1933’te müşterek hudutları garanti altına alan, milletlerarası meselelerde karşılıklı danışma ve işbirliğini öngören bir antlaşma yapıldı.495 Antlaşma, Batı Trakya hududu konusunda Yunanistan ile anlaşmazlıkları bulunan revizyonist bir politikayı benimsemiş olan Bulgaristanı tedirgin etmişti. Türkiye’nin Bulgaristan’ın Türk-Yunan Paktına katılması için yaptığı gayretler sonuçsuz kaldı. Buna karşılık, Bulgaristan ile Dobruca konusunda anlaşmazlığı bulunan Romanya ile 17 Ekim 1933’te bir dostluk ve saldırmazlık paktı yapıldı. Bunu 27 Kasım 1933’te Yugoslavya ile yapılan aynı nitelikteki bir antlaşma takip etti. Türkiye’nin üç Balkan devleti ile yaptığı antlaşmalar aynı nitelikteydi. Dolayısıyla dört devlet 9 Şubat 1934’de bir araya gelerek Balkan Antantı’nı gerçekleştirdiler. Balkan Antantı ile taraflar sınırlarını karşılıklı olarak garanti ediyorlardı. Birbirlerinden habersiz herhangi bir Balkan devleti ile siyasi antlaşma yapmamayı taahhüt etmekteydiler.496
Atütürk 1935 mayısında anlaşmayı şöyle değerlendirdi: “Geçen dört yıl içinde bir önemli hâdise de Balkan Paktı’dır. Dört devlet; kendi güvenleri için ve Balkanların, karışma ve karıştırma konusu olmaktan çıkması için içten bir kanaatla birbirlerine bağlanmışlardır. Balkanlı bağdaşıklarımızla gittikçe artan bir beraberlik ve dayanışma siyasası güdüyoruz… Asıl dikkate değen, Balkan Paktı’nın daha bir yıl içinde arsı ulusal barış için büyük bir etke olduğunun anlaşılmasıdır. Balkan Paktı gittikçe Avrupa barışının başlıca temel taşlarından biri olmak yerindedir.”497
Balkan Paktı Devletleri, İtalya’nın Habeşistan’a karşı giriştiği saldırıda, Milletler Cemiyeti’nin iktisadî zorlama önlemlerine birlikte katıldılar. Montreux Konferansında da birlikte hareket ettiler. Ancak Anti-revizyonist bir politika güden İtalya ve Almanya’nın girişimleri karşısında etkili olamadılar. Yugoslavya’nın 24 Ocak 1937’de status quo’dan memnun olmayan Bulgaristanla bir dostluk antlaşması yapması ardından İtalya ile anlaşması; Yunanistan’ın da İtalya’ya karşı yumuşak bir tutum izlemeye başlaması, İkinci cihan harbi öncesinde Paktın etkinliğinin azalmasına yol açmıştır.
Batıda sınırlarını güven altına alan Türkiye gittikçe artan İtalyan tehdidi karşısında Doğuda da önlemler almak zorundaydı. Doğuda İranla olan sınır olayları çözüme bağlanmış İran Şahı Rıza Pehlevi’nin 1934’de Atatürk’ü ziyaretiyle aradaki dostluk bağları perçinlenmişti. İtalya’nın Habeşistan’ı istilâsı ve sömürge alanları olarak Asya ve Afrika topraklarından bahsetmesi, bölge devletleri arasında kuşkular meydana getirmişti. Türkiye, İran ve Irak arasında Ekim 1935’te bir gruplaşma oluştu. Ancak İran ve Irak arasındaki sınır anlaşmazlığı sebebiyle, iş uzadı. Bu anlaşmazlık halledilince adı geçen üç devlete Afganistan’ın da katılmasıyla 8 Temmuz 1937’de Tahran’da Sâdâbat Paktı imzalandı. Antlaşmaya göre dört devlet, aralarındaki dostluk ilişkilerini devam ettirmeyi, ortak sınırların dokunulmazlığını, ortak çıkarları ilgilendiren konularda danışmayı, birbirlerine karşı bir saldırı hareketine girişmemeyi, uyuşmazlıkları Milletler Cemiyeti’ne götürmeyi Kellok Paktı’na bağlı kalmayı taahhüt etmekteydiler.498
Atatürk, Balkan ve Sâdâbat Paktlarıyla, ülkenin Batı ve Doğusunda birer güvenlik şeridi oluşturmuştu. Böylece Türkiye bölgede barış ve istikrarın devamı için en fazla güvenilen ve saygı duyulan dostluğu aranılan bir devlet haline gelmişti.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder