Musul Meselesi

a)   1923-1930 Dönemi: Lausanne Sonrası Meselelerin Çözüme
      Kavuşturulması
Lausanne Antlaşması 24 Temmuz 1923’te imza edilmişti. TBMM antlaşmayı 23 Ağustos 1923’te onayladı. Fransa, İngiltere ve İtalya’nın onaylamaları Ağustos 1924’e kadar sürüklendi.491 Büyük devletler Lausanne’da verdiklerini, uygun bir zamanda geri almanın hesabı içinde görünüyorlardı. Bunlar Cumhuriyet idaresi ülkede istikrarlı bir yönetim sağlayabilecek mi beklentisi içinde, eski alışkanlıklarını, bir takım olup bittilerle kabul ettirmek istemekteydiler. Kapitülâsyonlar döneminden kalma iç işlerine müdahale alışkanlıklarını devam ettirmek eğilimi göstermekteydiler.
Atatürk Türkiye’si milletlerarası ilişkilerde tam eşitliği ilke olarak benimsemişti. Millî bağımsızlık ilkesine aykırı olan bu kabil girişimlere kararlılıkla karşı koydu. Örneğin başta İngiltere olmak üzere, bazı devletler, Ankara’nın başkent olmasına karşı çıktılar. Büyükelçilerini Ankara’ya göndermemekte direndiler. Cumhuriyet Hükümetinin kararlı tutumu karşısında bu direniş kırıldı. Birkaç yıl içinde elçilikler kendilerine parasız tahsis edilen mekânlarda yerlerini aldılar.
Keza ülkede bulunan yabancı okullar konusunda da, öğretimin birleştirilmesi bahsinde açıklandığı gibi kararlı davranıldı ve bu okulların Türkiye Cumhuriyeti yasalarına ayak uydurmaları sağlandı.
Boğazlar Komisyonuna özel bayrak tanınması girişimini de Türkiye enerjik bir şekilde geri çevirdi.
Musul Meselesi: Dönemin olaylarını yönlendiren en önemli sorun, Musul meselesidir. Hatırlanacağı gibi, Lausanne’da barışı kurtarmak için, Musul meselesi barış sonrasına bırakılmıştı. Buna göre, sorun iki taraf arasında dokuz ay içinde, görüşmelerle çözümlenecekti. Eğer görüşme yoluyla çözüm bulunmazsa, konu Milletler Cemiyeti’ne havale edilecek, bu arada her iki tarafta statüko’yu bozacak bir faaliyette bulunmamayı kabul etmişlerdi. Bu arada yerel bir reis Süleymaniye ve çevresini ele geçirmiş, İngilizler duruma müdahale ederek bölgeyi işgal etmişlerdi. Ayrıca Asurî kabileleri de Türkiye’ye karşı saldırgan hareketlere başlamışlardı. Türkiye durumu protesto etmişti.
İki taraf meseleye çözüm bulmak için 19 Mayıs 1924’te İstanbul’da bir araya geldiler. Türk delegesi Fethi Bey (OKYAR), Türkiye’nin görüşünü özetle şöyle dile getirdi: Musul Misak-ı Milli sınırları içindedir ve mütarekenin imzalanmasından sonra işgal edilmiştir. Halkının üçte ikisi Türk ve Kürtlerden oluşmuştur. Bu halk Türkiye’ye katılmayı istemektedir. Coğrafî açıdan da Musul Türkiye’nin bir parçası sayılır. Buna karşılık İngiliz delegesi, Türk görüşünü kabul etmediği gibi, üstelik halkının bir kısmının Hristiyan olduğu gerekçesiyle Hakkâri ili üzerinde hak iddia etti. Anlaşma imkânı olmadığı görülünce, 5 Haziran 1924’de görüşmelere son verildi. Lausanne Antlaşmasının ilgili maddesi gereğince, Musul Milletler Cemiyetine havale edildi.
Milletler Cemiyeti her iki tarafı dinledikten sonra, tarafların statükoyu bozmamaları yolunda bir karar aldı ve durumu yerinde tesbit etmek için bir komisyon oluşturdu. Komisyon 1925 Eylül’ünde Milletler Cemiyetine sunduğu raporda, Musul’un Irak’a katılmasını, ayrıca Kürtlerin haklarının garanti edilmesini, sınır olarak da Brüksel’de tesbit edilen geçici sınırın kabul edilmesini tavsiye ediyordu. Türkiye karara hukukî gerekçelerle itiraz etti. Cemiyet Meclisi konu ile ilgili olarak Milletlerarası Daimi Adalet Divanından görüş istedi. Divanın görüşü Cemiyet Meclisince benimsenmiş ve Musul bölgesi İngiltere’ye bırakılmıştır. Karar Türkiye’de büyük tepki uyandırdı. Türk - İngiliz ilişkileri gerginleşti. Ancak Türkiye daha fazla ileri gidemedi. Çünkü on yılı aşkın bir savaştan yeni çıkılmıştı. Dışardan tahrik edilen Şeyh Sait ayaklanmasının hatıraları çok yeniydi. Ülke içinde hızlı bir inkîlâp temposu yürütülüyordu. Bunların sonuç vermesi barış ortamına bağlıydı. Diğer taraftan Türkiye’nin Fransa, Yunanistan ve İtalya ile olan ilişkilerinin gelişmesi, Türkiye’nin İngiltere ile olan münasebetlerinin gelişmesine odaklanmış gibiydi. Fransa ile Suriye sınırının çizilmesi askıdaydı. Yunanistan ile “établis” anlaşmazlığı devam etmekteydi. Mussolini’nin Faşist İtalyası, emperyalist emeller peşindeydi ve Güneybatı Anadolu’ya yönelik ciddi tehditler oluşturmaktaydı.
Bu şartlar altında, Türkiye İngiltere ile anlaşmayı tercih etti. Milletler Cemiyeti Meclisi’nin kabul ettiği karar çerçevesi esas alınarak, 5 Haziran 1926’da Musul İngiltere’ye bırakıldı.  Buna göre, sınır olarak Brüksel’de çizilen hat, Türkiye lehine ufak tefek değişikliklerle kabul ediliyordu. Anlaşmaya göre Irak hükümeti, Musul üzerindeki haklarından vazgeçen Türkiye’ye Irak petrol gelirinden alacağı aidatın % 10’unu yirmi yıl süreyle verecekti. Daha sonra Türkiye petrol üzerindeki hakkından 500.000 İngiliz lirası karşılığında feragat etmiştir.492
Musul meselesi, Türkiye’nin Batı’ya karşı güvensizliğini artırmış ve onun Sovyet Rusya ile bağlarını güçlendirmesine neden olmuştur. Bu sırada Sovyetler de Almanya’nın Batı devletleriyle yapmış olduğu Lokarno Antlaşmalarından tedirgin olmuşlar ve sınırlarını çeviren devletlerle saldırmazlık antlaşmaları imzalamaktaydılar. Kendilerini Batı’nın tehdidi altında hisseden iki devlet 17 Aralık 1925’te Paris’te Türk-Sovyet Dostluk ve Saldırmazlık Paktı’nı imzaladılar.
Bu antlaşma Sovyetlerinin feshettiği 1945 yılına kadar Türk dış politikasının temel taşlarından biri olarak kalacaktır.
Musul meselesi Türkiye’nin Sovyetlere yönelmesinin yanı sıra Milletler Cemiyeti’ne olan güvensizliğinin çoğalmasına neden oldu. Cemiyet haktan yana değil, güçlüden yana tavır koymuş, bölge halkının isteklerini dikkate almamıştı.
Antlaşmanın diğer bir sonucu, Türkiye’nin Batı devletleriyle olan anlaşmazlıklarının çözümüne, ilişkilerin yumuşamasına yol açmasıdır.
Nitekim Musul meselesinin çözüme bağlanışı İngiltere ile olan gerginliğin yumuşamaya geçmesiyle birlikte, diğer Batılı devletlerle olan ilişkilerde olumlu bir yola girdiler. Örneğin Fransa ile Suriye sınırı ile ilgili anlaşma tasarısı hazırlandığı halde, Fransa antlaşmayı ancak Musul işinin karara bağlandığını öğrendikten sonra, 30 Mayıs 1926’da imzaladı. İtalya ise, Musul krizi esnasındaki tehditkâr tavrını bırakmış, Fransa’nın etkinliğinde olan Küçük Antant’a karşı bir denge oluşturmak amacına yönelmişti. Bunun için Türkiye ile Yunanistan’ı uzlaştırmak ve onlarla yapacağı anlaşma ile Fransa’ya karşı Balkanlarda dengeyi sağlamak istemekteydi. Dolayısıyla Türkiye ile 30 Mayıs 1928’de Tarafsızlık ve Uzlaşma Antlaşması imzalanmıştır. Buna göre, taraflar birbirlerine yönelmiş olan antlaşmalara girmiyecekler, taraflardan birine saldırı halinde tarafsız kalacaklardı.
Dönemin etken olaylarından biride Yunanistan ile olan anlaşmazlıkların çözüme bağlanmasıdır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder