Siyasî İnkılâplara Tepkiler

III. Siyasî İnkılâplara Tepkiler
      A. Millî Mücadele Kahramanları Arasında Görüş Ayrılıkları
Gazi M. Kemal, Anadolu’da Millî Mücadele’nin temelini Amasya’da atarken yanında Ali Fuat Paşa, Rauf Bey, Refet (BELE) vardı. XV. Kolordu Komutanı Kâzım Karabekir Paşa’da telgrafla desteğini bildirmişti. Daha önce gördüğümüz gibi, Ali Fuat Paşa 26 Haziran Genelgesi ile M. Kemal’in yanında İstanbul’a karşı bayrak açmıştı. Sonraki gelişmelerde de Batı Cephesi Komutanı olarak görevden alındığı 8 Kasım 1920’ye kadar, daha sonra da Büyük Millet Meclisi Hükümeti’nin ilk Moskova Büyükelçisi olarak, dönüşünde de Büyük Millet Meclisi İkinci Başkanı olarak hep Gazi M. Kemal’in yanında yer almıştı. Zaten Ali Fuat Paşa Büyük Önderin Harp Okulu günlerinden beri en yakın bir arkadaşıydı. Fikir ve düşünce itibariyle de onunla aynı görüşleri benimseyen bir yapıdaydı.
Rauf beye gelince, bahriye subayı olarak, özellikle Balkan Savaşında Hamidiye harp gemisi ile yaptığı akınlarda büyük ün kazanmıştı. Ahmet İzzet Paşa Hükümetinde Bahriye Nazırı olarak bulunmuş ve Mondros Mütarekesini imzalamış, mütareke döneminde M. Kemal ile yakın işbirliği yapmış, onun Anadolu’ya geçmesinin ardından Batı Anadolu üzerinden Ankara’ya gelmiş, Amasya Kararlarını imzalamış, Sivas Kongresinde ikinci başkan olarak yer almış, Meclis-i Mebusan’da Temsil Heyeti’nin Anadolu harekâtının sözcüsü, temsilcisi olarak hizmet etmişti. İstanbul’un işgalinde 16 Mart akşamı İngiliz askerleri tarafından Meclis’te tutuklanmış ve Malta’ya götürülmüştü. Dönüşünde bir süre bakan olarak hizmet etmiş, 12 Temmuz 1922’de İcra Vekilleri Heyeti Reisliğine (Başbakanlık) seçilmiş, Lausanne Barışı’nın imzasından sonra, İsmet Paşa ile olan anlaşmazlığı sebebiyle istifa etmişti (4 Ağustos 1923).
Refet Paşa ise, Mustafa Kemal Paşa’nın isteği üzerine III. Kolordu Komutanı olarak beraberinde Anadolu’ya gelmiş, İstanbul’un ve İngilizlerin baskıları üzerine 13 Temmuz’da görevinden istifâ etmiş, Sivas Kongresine katılmış, Türkiye Büyük Millet Meclisi döneminde bir süre İçişleri Bakanı ve Güney Cephesi Komutanı, Millî Savunma Bakanı olarak çalışmış, iç isyanların bastırılmasında yararlı hizmetler etmişti. 9 Ekim 1922’de Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti’nin İstanbul Mümessilliğine atanmış ve Doğu Trakya’yı teslim almakla görevlendirilmiş, 8 Ekim 1923’e kadar Trakya Komutanlığında bulunmuş, daha sonra da İstanbul Milletvekili olarak hizmete devam etmekteydi.
Kâzım Karabekir Paşa, Birinci Dünya Savaşında Çanakkale, Irak ve özellikle Doğu cephesinde başarıyla hizmet etmiş ve generalliğe terfi etmişti. Mütareke döneminde Kolordu Komutanlıklarında bulunmuş, kendi isteği üzerine Erzurum’da bulunan XV. Kolordu Komutanlığına atanmış, İstanbul’da Mustafa Kemal Paşa ile görüşerek Anadolu’ya gelmesi halinde emirlerinde olacağını bildirmişti. Nitekim M. Kemal’in Ordu Müfettişi sıfatıyla Anadolu’ya ve özellikle Erzurum’a gelişinden sonra, ona bağlı Kolordu Komutanı olarak samimiyetle işbirliği yapmıştır. Onun görevine son verilmesinden sonra, kolordusu ile hizmet arzetmiş, Erzurum Kongresi’nin toplanmasını sağlamıştı. Bu arada M. Kemal’in tutuklanması için İstanbul’dan gelen emirleri yerine getirmediği gibi, M. Kemal’i savunan yazılarla cevaplandırmıştı. Doğu Cephesi Komutanı olarak Ermenistan’a karşı yürütülen harekâtı çok az zayiatla parlak bir biçimde sonuçlandırmış, Gümrü ve Kars Antlaşmalarını imzalamak şerefine ulaşmıştı. Millî Mücadele boyunca, Mustafa Kemal’in her konuda görüşüne değer verdiği bir komutan olarak işbirliği yapmıştı.
Büyük zaferin sonucunda, istilâcı ordular vatan topraklarından atıldıktan ve barış imzalandıktan sonra, Gazi M. Kemal ile yakın silâh arkadaşları arasında yolların ayrılmaya başladığı görülmektedir. Bunun sebepleri nelerdir ve ne gibi sonuçlar doğurmuştur?
Gazi M. Kemal ile Rauf Bey arasında anlaşmazlık hemen barıştan sonra kendinî gösterdi. Rauf Bey 4 Ağustos’ta Başbakanlıktan Gazi’nin ısrarlarına rağmen istifâ etti. Sebep, İsmet Paşa ile Yunan tazminatı konusunda, Lausanne görüşmelerindeki görüş ayrılıklarıydı. Rauf Bey veda görüşmesinde, Devlet Başkanlığı makamının kuvvetlendirilmesini istemiş ve ondan olumlu cevap almıştı. Aynı görüşmede hazır bulunan Ali Fuat Paşa’da, Gazi’ye “senin şimdi havarilerin kimlerdir” diye sormuştu. Gazi bu soruya, “Benim havarilerim yoktur. Memleket ve millete kimler hizmet eder, bu hizmete layık ve muktedir olduğunu gösterirse ‘havari’ onlardır” cevabını verir338.
Rauf Bey’in yerine Fethi Bey 13 Ağustos’da Hükümet Başkanlığına seçilmiş, Türkiye Büyük Millet Meclisi İkinci Başkanı olan Ali Fuat Paşa da politikadan hoşlanmadığı gerekçesiyle, 24 Ekim 1923’te görevinden istifâ ederek İkinci Ordu Müfettişliğine atanmıştı. Kâzım Karabekir Paşa’da Doğu Cephesi Komutanlığının kaldırılması üzerine (21 Ekim 1923), Birinci Ordu Müfettişliğine atanmıştı. Her iki general de milletvekili sıfatını taşımaktaydılar.
Gazi’nin istememesine rağmen, Meclis İkinci Başkanlığına Rauf Bey’in, boş olan İçişlerine de Sabit Bey’in seçilmeleri Meclis’teki muhalif havayı ortaya çıkarmıştı. Bu olayın ardından Fethi Bey Başbakanlıktan istifâ etmiş, çıkan kriz sonucunda, Cumhuriyet ilân edilmişti. Cumhuriyet ilân edildiğinde, Kâzım Karabekir, Ali Fuat ve Refet Paşa’lar ile Rauf Bey Ankara’da değillerdi. Kendi deyimleriyle “Cumhuriyet’in ilânının aceleye getirilmesinden rahatsız olduklarını” gizlememişlerdi. Konu, Rauf Bey’in parti grubunda ciddi bir şekilde hırpalanmasına yol açmıştı. Hilâfetin ilgası ise, bir yerde iplerin kopmasına neden olmuştu.
Aslında aradaki kopmada psikolojik faktörlerin de bulunduğu görülmektedir. İsmi geçen Gazi’nin yakın silâh arkadaşlarının, Millî Mücadele’ye katılma kıdemleri ve rütbeleri bakımından, kendilerinden daha az kıdemli olanların ön saflara geçmelerinden de rahatsız oldukları anlaşılmaktadır.
Diğer taraftan adı geçenlerin, Millî Mücadele döneminde olduğu gibi, barıştan sonraki safhalarda da yapılmakta olan ve yapılacak işlerde, eşit ölçüde söz sahibi olmak istedikleri görülmektedir.
İsmet Paşa bu durumu şöyle anlatır: “Lausanne Konferansı bittikten sonra, Atatürk’ün bir an evvel memlekete dönmem için istical ettiğini söylemiştim. Bu isticalin (acelenin) nedenlerini döndüğüm günlerde anladım. Atatürk yalnız kalmıştı... Ali Fuat Paşa, Rauf Bey, Atatürk ile bu günlerde görüşmüşler. Rauf Bey gittikten sonra yeni kurulacak hükümet için, kimlerin bundan sonra hangi vazifelerde çalışacaklarını tesbit için toplantılar yapılmış, konuşmalar olmuş. Ben Lausanne dönüşü tam bu hâdiselerin üstüne gelmiş oldum. Karabekir Paşa ordu müfettişliğine gitmişti. Ali Fuat Paşa da Konya’daki ordu müfettişliğine tayin edilmiş, yahut edilmek üzere bulunuyordu. Fevzi (ÇAKMAK) Paşa ile bugünlerde bir mülakat hatırlarım. İkimiz başbaşa konuşuyoruz. Fevzi Paşa bana, bundan sonra yapılacak icraat için Atatürk’ün eski arkadaşları ile, ileri gelen arkadaşlarla görüşüp yapılacak işleri, beraber kararlaştırmayı usul ittihaz etmesini teklif etti. Kendi aralarında bunu görüşmüşler, Fevzi Paşa vasıtasıyla bana da teklif ediyorlar. Ben de evet dersem Fevzi Paşa, Atatürk’e gidip kararı söyleyecek ve bundan sonraki çalışmaların böyle yürütülmesini teklif edecek. İşte bütün ihtilâflar (anlaşmazlıklar) bundan çıkıyor. Şikâyet eden arkadaşlar, herkes, yarın ne yapılacağını bilmiyoruz, emrivaki karşısında bulunuyoruz. Düşünce bu. Bunun ilerisi nereye varacak, ne olacak endişesi içindeler. Bunları bir esasa, bir beraber çalışma havasına bağlayalım, arzusundalar.
Fevzi Paşa, vaziyeti anlattı, sen bu fikirde mutabık olursan, ben hepinizin namına Atatürk ile konuşurum, dedi. Fevzi Paşa’ya şunları söyledim: Devletin resmî müesseseleri, devlet işlerinin, tertiplerin konuşulacak, müzakere edilecek ve mutabık olunacak zamanları ve vazifeleri tayin edilmiştir. Benim bütün hayatımda inandığım usul budur. Bunun için bir iç müessese ile Devlet Reisini kordon altına almanın doğru olmadığı mütalâasındayım ve kendisiyle böyle bir konuşma yapılmasına benim muvafakatım yoktur. Böyle bir teşebbüste, benim beraberliğimi istihsal etmek şöyle dursun, böyle bir teşebbüsü ben doğru bulmam. Kendisine bu cevabı verdim. O, tabiî olarak, demek istemiyorsun, dedi. Hayır dedim. Mesele böyle kaldı...
İhtilâfların esas sebebini ben böyle teşhis etmişimdir. Atatürk bu ilk günlerden sonra artan ihtilâfları daha evvel tasmim edilmiş (tasarlanmış), hazırlanmış etraflı bir komplo olarak kabul ettiğini ve bunu hissederek tedbir aldığını söyler. Tabiî onun benden daha çok temasları ve münasebetleri var. Hadiseler üzerine böyle bir karara varmış ve o kanaatla takip etmiştir. Karşısında bulunduğumuz meseleyi benim mütalâa edişim daha sadedir. Onların bir takım tertiplere girdiklerine kesin teşhis koyup, böyle bir hükme varmıyorum. Ben esas ihtilâfı, fikirlerimiz arasında temelde fark olmasından ve beraber çalışma itimadının bozulmasından ibarettir şeklinde görüyorum. Cumhuriyetin başında talihsizliğimiz, hemen her inkılâpta vaki olan olayların birisi tabiatındadır. Yani baştan beri beraber çalışan arkadaşlar, bir noktada, yeni yapılacak reformlar ve takip olunacak istikametler için fikirde mutabık olamamışlarsa, ayrılmak mecburiyetinde kalıyorlar. Mesele bundan ibarettir...
Şimdi Atatürk ile ihtilâfa düşüp ondan ayrılan arkadaşların bir hususiyetlerine temas edeceğim. Onlar, işin başından beri hep beraberiz, zaferi beraber kazandık, bu devleti beraber kuruyoruz, hepimiz aynı derecede söz sahibi olmalıyız, tarzında düşünüyorlar. Muhtelif vazifelerdeyiz, fakat söz tesiri eşit olacak demek istiyorlar. Fevzi Paşa’nın sözü de bu... Peki ama bu nasıl olacak? O zaman bu devlet şeklini başından itibaren kabul etmiyoruz demektir... Devlet başkanlığı müessesesi var, hükümet var, meclis var, parti var. Fakat bir fikri yürütmek için bir kısım arkadaşlar dışarda birleşecekler, çoklukla bir karara varacaklar ve bunu yürütecekler... İşlerin yürütülmesi, tatbik edilmesi, devletin kendi kanunlarına göre tabiî mecrasında olmalıdır. Vaktiyle beraber bulunmuş, beraber çalışmış olanlar ne kadar vazife sahibi iseler o kadar söz sahibi olurlar. Bunun başka çaresi yoktur”339a.
Eskiden beri ön safta bulunan Atatürk’ün yakın silâh arkadaşları, cumhuriyetin ilânından ve hilâfet makamının kaldırılmasından sonra, ondan daha da uzaklaşmaya başlamışlardı. Gazi’nin otoritesinin gittikçe artmasından, özellikle inkılâp temposunun gittikçe hızlanmasından şikâyetçiydiler. Çözüm olarak düşündükleri yol, Meclis’te çalışmak, hatta siyasî bir parti oluşturmaktı. Artık yollar ayrılmaktaydı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder