II. Siyasî İnkılâplar.
Millî Mücadele her bakımdan tam bağımsızlığı elde etmek, vatan topraklarını kurtarmak amacına yöneliktir. Türkiye Büyük Millet Meclisi 23 Nisan 1920’de Ankara’da toplandığı zaman, milletvekillerinin gayelerinden biri de padişah ve halifeyi yabancı esaretinden ve zararlı danışmanlarından kurtarmaktı. Milletvekillerinin önemli bir kısmı muhafazakâr eğilimliydi. Fakat hükümet şekli tespit edilirken, Mustafa Kemal’in dikkatli müdahaleleriyle, ülkenin kaderine Meclis’in el koyduğu, Meclis’in üstünde hiçbir gücün bulunmadığı, Meclis’in yasama ve yürütme güçlerini kendinde topladığı, hükümet teşkilinin zaruri olduğu, geçici kaydıyla bir hükümet başkanı seçmenin veya “padişah kaymakamı ihdas etmenin uygun olmadığı, Padişah ve Halifenin cebir ve ikrahtan azade olduğu zaman” Meclis’in düzenleneceği kanunî esaslar dairesinde vaziyet alacağı belirtilerek yeni bir hükümet oluşturulmuştu. Yeni devletin anayasası yazılırken, Mustafa Kemal’in devamlı sabırlı ve kararlı müdahaleleriyle, 20 Ocak 1921 tarihli anayasaya, egemenliğin kayıtsız şartsız millete ait olduğu ve idare usulünün halkın kendi kaderini bizzat ve bilfiil idare etmesi usulüne dayandığı açıkça kaydedilmişti. Haliyle bu ifadelerin saltanatla bağdaşması mümkün değildi. Aslında bu hükümlerle tek dayanak yeri millî irade olan bir cumhuriyet rejimi kurulmuş oluyordu. Ancak “Nisabı Müzakere Kanununun” birinci maddesinde belirtildiği gibi TBMM üyelerinin önemli bir kısmı için bu geçici bir çözüm yoluydu314. Onlar için gerçek ve meşru otoriteyi İstanbul’da bulunan Padişahlık makamı ile onun görevlendirdiği hükümet temsil ediyordu. Aradaki görüş ayrılığını kaldırmak için çok ciddi güçlükler vardı. Gazi’nin en yakın Millî Mücadele arkadaşları arasında bir görüş birliği yoktu. Mesela Rauf Bey, Kazım Karabekir, Refet Paşa gibi şahsiyetler meşrutî bir yönetime taraftar görünmekteydiler.
Bütün aykırı şartlara rağmen, Gazi, düşündüklerini, gerçekçi ve titiz bir zamanlama üstadı kişiliği içinde elverişli zaman ve zemini kollamaktaydı. Daha önce gördüğümüz gibi, aranılan fırsatı itilâf devletleri İstanbul Hükümeti’ni 1922 Ekiminde barış konferansına davet etmekle vermişlerdi. Gazi, bu vesile ile 1 Kasım 1922’de saltanatı kaldırmış, son padişah 17 Kasım’da bir İngiliz savaş gemisi ile koruyamadığı vatanını terk etmek zorunda kalmıştı.
Daha henüz barış yapılmamıştı. Gazi, şoku hafifletmek ve elverişli ortamı beklemek maksadıyla halifelik makamını bir süre daha muhafaza etmeyi uygun görmüştü. Esasen Meclis’in yapısı da başka türlü bir davranışa müsait görünmüyordu. Meclis’te bir kısım milletvekilleri halifenin dünyevi salâhiyetlerinin bu makamın ayrılmaz bir parçası olduğu tezini ileri sürmekteydiler. Akımın Mecliste oldukça güçlenmesi, barış anlaşması konusunda zorluklar çıkaracağı anlaşılması ve genellikle Meclis tartışmalarının çok sertleşmesi üzerine, Gazi, seçimin yenilenmesi kararının alınmasını sağladı (1 Nisan 1923). Meclis dağılmadan önce vatana ihanet yasasını değiştirdi, buna göre halihazır devlet şeklini her ne suretle olursa olsun karşı gelenlerin vatan haini sayılması kabul edilmiştir. Yapılan seçimlerde, “dokuz umde”yi program olarak benimseyen ve Gazi’yi destekleyen Müdaafaa-i Hukuk Grubu, muhalif “ İkinci Grubu” fiilen tasfiye etti. Hem İzmir ve hem de Ankara’dan milletvekili seçilen Gazi, 13 Ağustos 1923’de İkinci Dönem Meclis Başkanlığına seçildi. O bu Meclis’le düşündüğü yenilikleri gerçekleştirebilirdi. Bunun için siyasî bir kadro oluşturmak gerekliydi. Esasen Birinci Meclis döneminde Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Grubu oluşmuştu. Seçimlerden sonra Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti nüve olmak üzere, Halk Partisi kuruldu (9 Eylül 1923). Parti tüzüğüne esas olan fikirler şunlardı:
“Halk Partisi Cemiyetler Kanununa göre oluşmuş siyasî bir cemiyettir. Gayesi millî egemenliğin gerçekleşmesine rehberlik etmek, Türkiye’yi tam manasıyla çağdaş bir devlet haline eriştirmektir. Halk Partisi bir ihtilâl komitesi değildir. Bir inkılâp partisidir. Partiden olanların gerçekten halkçı olmaları şarttır. Parti hiçbir fert, hiçbir cemaat için ayrıcalık tanımadığı gibi, kanun koyma ve uygulamadaki mutlak bağımsızlığını sınırlayıcı ve değiştirici gelenek ve teamüllerin meşruiyetini de tanımaz. Kanun karşısında herkes eşittir. Türk kültürünü kabul etmiş her fert, partiye girebilir”.315
Böylece Gazi’nin başkanlığında, güvenebileceği, disiplinli siyasî bir kadro oluştu. O düşündüğü yenilikleri artık bu kadro ile yönlendirecekti.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder