Saltanatın Kaldırılması: Abdülmecit Halife

ALTINCI BÖLÜM
BARIŞ İÇİN TÜRK MÜCADELESİ:
LAUSANNE TARTIŞMALARI

I.    Saltanatın Kaldırılması: Abdülmecit Halife
       A. Barış Konferansına Çağrı ve Saltanatın Kaldırılması.
Mustafa Kemal’in komuta ettiği Türk Ordusu emperyalist, istilâcı kuvvetleri denize dökmüştü. Düşmanın artık savaşacak gücü kalmamıştı. Her iki taraf halkı barış istiyordu.
Barış konferansının toplanma yeri olarak, Türkler İzmir’i teklif ettiler. Öneri kabul edilirse, Mustafa Kemal’de konferansa katılabilecekti. Müttefikler bu takdirde başkanlığın ev sahibi olarak Türkler tarafından yürütüleceği, ayrıca İzmir’de toplanmanın Yunanistan’ı incitebileceği gerekçesini ileri sürmekteydiler. Sonuçta, yer olarak İsviçre’nin Lausanne şehri üzerinde anlaşıldı.
Konferansa Türk delegesi olarak kim gidecekti? Meclisteki hava, İcra Vekilleri Başkanı Rauf Bey’le birlikte Dışişleri Bakanı Yusuf Kemal ve Rıza Nur’un gitmeleri şeklindeydi. Kesin kararı Mustafa Kemal verecekti. O tercihini İsmet Paşa’dan yana kullandı. Buna karşı Paşa, asker olduğunu söyleyerek özür diledi. Ancak Başkomutanın ısrarı üzerine kabul etti. İsmet Paşa, soğukkanlı, çok zeki, sabırlı, sağlam  sinirli ve sebatlıydı. Fakat bu seçimde en etkili faktör onun Mustafa Kemal’e verdiği güven duygusu olduğu anlaşılmaktadır. Bu görev için, İsmet Paşa’nın önce Dışişleri Bakanı olması gerekiyordu. Yusuf Kemal Bey, sağlık nedenleriyle istifâ etti, Meclis 26 Ekim 1922’de İsmet Paşa’yı 20 çekimser oya karşılık 155 kabul oyu ile Dışişleri Bakanlığına seçti.
Ancak bu arada İstanbul Hükümeti Tevfik Paşa imzalı 17 Ekim 1922 tarihli bir telgrafta, kazanılan zaferle İstanbul ile Ankara arasında ikiliğin kalkmış ve millî birliğin sağlanmış olduğunu yazıyor, barış konferansına İstanbul ile Ankara birlikte davet edilmiş olduklarından bahisle, Mustafa Kemal’den çok gizli talimat almış bir kimsenin sür’atle İstanbul’a gönderilmesini istiyordu. Mustafa Kemal millî hükümetin İstanbul temsilcisi olan Hamit Bey aracılığıyla Tevfik Paşa’ya barış konferansında Türkiye Devleti’nin yalnız ve ancak Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümetinin temsil edeceğini bildirdi. Bu cevapla yetinmeyen Tevfik Paşa, 29 Ekim 1922’de Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına hitaben çok acele bir telgraf gönderdi. Bu yazıda: “Hem ülkenin geleceği, hem milletin haklarının savunulması konusunda görüşülmek üzere Büyük Millet Meclisince seçilecek bir kişinin özel talimatla hemen gönderilmesi istenilmekte, bu yol uygun bulunmazsa Bakanlar Kurulundan Ziya Paşa’nın oraya gönderilmesi teklif edilmekteydi300.”
Bu telgraf, bardağı taşıran son damla vazifesini gördü. İstanbul Hükümetinin zafere ortak olmak ve barış konferansına katılmak istemesi, Mecliste asabiyete yol açtı. Söz alan milletvekilleri İstanbul’da kendisine hükümet sıfatı vermiş olan heyetin milletçe hiç bir yasal dayanağı kalmadığı fikrinde birleştiler.
Sağlık Bakanı Dr. Rıza Nur ile 82 arkadaşının verdiği bir önergede Osmanlı Devleti’nin son bulduğu ve yeni Türkiye Devleti’nin onun varisi olduğu, anayasa gereğince egemenliğin millete ait olduğu, ifade edilmekteydi. Önergeyi Mustafa Kemal de imza etmişti. Konu önce 31 Ekim’de Müdafaa-i Hukuk Grubunda tartışıldı. Milletvekilleri henüz hem saltanat ve hem de hilâfetin kaldırılmasına hazır değillerdi. Mustafa Kemal’in yakın mücadele arkadaşları Rauf Bey, Kâzım Karabekir Paşa, Refet Paşa bu arada sayılabilir. Henüz barış da yapılmamıştı. Meclis’in eğilimini dikkate alan Mustafa Kemal, saltanatı kaldırmaya, hilâfet konusunda elverişli zamanı beklemeyi uygun gördü. 1 Kasım 1922 günü Meclis’te yapılan hararetli toplantıda söz alan Mustafa Kemal Türk ve İslâm tarihinden örnekler vererek Hilâfet ve saltanatın ayrılabileceğini izah etti.
Bunun üzerine bu konuda verilen önergeler anayasa, şer’iye ve adliye komisyonlarının ortak toplantısına havale edildi. O gün toplanan müşterek komisyonda hocalar ağırlıktaydı. Komisyon toplantılarında konuşmalar uzamakta, ekseriyeti teşkil eden hocalar hilâfet ve saltanatın birbirinden niçin ayrılamayacağını uzun uzadıya münakaşa etmekteydiler. Bu iddiaları çürütmek için söz alanlar ortada görünmemekteydi. Görüşmelerin istenilen sonucu vermeyeceği anlaşılmıştı. Salonda dinleyici olarak bulunan ve sabrı tükenen Meclis Başkanı ve Başkomutan Mustafa Kemal konuşmalara müdahale etmek mecburiyetinde kaldı: “Hâkimiyet ve saltanat hiç kimse tarafından, hiç kimseye ilim icabıdır diye müzakere ve münakaşa ile verilmez. Hâkimiyet ve saltanat, kuvvetle kudretle ve zorla alınır. Osmanoğulları zorla Türk milletinin hâkimiyet ve saltanatına el koymuşlardır. Bu zorbalıklarını altı yüzyıldan beri sürdürmüşlerdir. Şimdi de Türk milleti bu saldırganlara isyan ederek ve artık dur diyerek, hâkimiyet ve saltanatını fiilen eline almış bulunuyor. Bu bir oldubittidir. Söz konusu olan millete saltanatını, hâkimiyetini bırakacak mıyız, bırakmayacak mıyız meselesi değildir. Mesele zaten oldubitti haline gelmiş olan bir gerçeği kanunla ifadeden ibarettir. Bu mutlaka olacaktır. Burada toplananlar Meclis ve herkes meseleyi tabiî olarak karşılarsa sanırım uygun olur. Aksi halde, yine gerçek usulüne uygun olarak ifade edilecektir. Fakat belki de bazı kafalar kesilecektir” diyerek işin ilmi yönü hakkında da uzun açıklamalar yaptı. Bu konuşmanın ardından söz alan Komisyon Başkanı, “affedersiniz, biz meseleyi başka açıdan ele alıyorduk, açıklamalarınızla aydınlandık” dedi. Böylece konu karma komisyonca çözüme bağlandı.
Aynı gün Meclis’in ikinci oturumunda teklif kanunlaştı. Yasanın birinci maddesine göre, saltanat 16 Mart 1920 geçerli olmak üzere ilga ediliyordu. İkinci maddeye göre, hilâfet Osmanlı hanedanına ait olup, bu makama Osmanoğulları ailesinin her bakımdan en layık olanı TBMM’nce seçilecektir (1 Kasım 1922).
Olay başlı başına bir devrim niteliği taşıyordu. Artık egemenlik bir aileden millete intikal ediyordu. Gazi Mustafa Kemal, kazandığı muhteşem zaferin verdiği itibar ile, o zamana kadar değil münakaşa etmek, düşünülmesi bile büyük cesaret işi olan saltanat ile hilâfeti ayırmış zaruriliğine inanılan bir düşünceyi kökünden yıkmış, yeni devlete yeni ufuklar açmıştı. Böylece Birinci Dünya Savaşı sonucunda, tarih sahnesinden silinen Habsburg, Romanof ve Hohenzolern hanedanlarına Osmanoğulları da katılmış oldular.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder