Hilâfetin Kaldırılması: Laik Devlete Yönelme Yasaları

C. Hilâfetin Kaldırılması: Laik Devlete Yönelme Yasaları
Gazi M. Kemal, devletin rejimini tesbit etmişti. Bu millî egemenliğe dayalı cumhuriyet yönetimiydi. Cumhuriyet ilânı, inkılâpların sadece başlangıcıydı. Devletin bir daha aynı duruma düşmemesi için çağa ayak uydurmasını sağlayacak atılımlar yapılması gerekmekteydi. Bunu sağlamak, akıl ve bilimi rehber almak, ayak bağı olan çağdışı olmuş düşünce ve kurumları tasfiye  etmekle mümkün olabilirdi.
Bu itibarla, Gazi M. Kemal 1 Mart 1924’de Meclis’i açarken “Millet Cumhuriyetin halen ve gelecekte her türlü saldırıdan kat’iyen ve ebediyen masun bulundurulmasını istiyor” sözleri ile bu konuda alınacak tedbirlere işaret etmiştir. Esasen İzmir’de Harp Oyunları vesilesiyle  yapılan toplantılarda, Gazi, İsmet, Fevzi, Kâzım (ÖZALP) ve Ali Fuat paşalarla yaptığı temaslarda, Hilâfetin kaldırılması, Evkaf ve Şer’iye Vekâletinin ilgası ve öğretimin birleştirilmesi konusunda görüş birliğini sağlamıştı. Ankara’ya dönünce,  bu konularda sür’atle ve enerjik bir şekilde, uygulamaya geçildi.

1. Hilâfetin Kaldırılması
Yeni rejime karşı olanların, dinî bir makam olan halifelik makamının ve Osmanoğulları hanedanının etrafında toplanmak istedikleri görülüyordu. Halife Abdülmecit Efendi, Abdülmecit bin Abdülaziz Han diye imza atıyor, her Cuma namazını başka bir camide kılıyor, yedek subaylara varıncaya kadar askerî şahısları kabul ediyor, elçiliklerle temas imkânları arıyor, içerde muhaliflerin, dışarıda Türkiye’yi karıştırmak isteyenler için muhtemel bir potansiyel dayanak  haline geliyordu. İstanbul basınında da İttihatcı ve İtilâfcı çevreler hilâfet kampanyası yürütüyorlardı. Basında hilâfetin İslâm dünyası ile olan bağları sağlamada maddî ve manevî paha biçilmez değerlerinden, bu değerlerin bilinmezliğinden, hilâfet giderse, Türkiye’nin İslâm âleminde nüfuzu kalmayacağından söz edilmekteydi. Bazı gazeteler halife ile de millet egemenliğinin sağlanabileceğinden söz ediyor ve Cumhuriyetin ilânını önleyemeyenlerin, hilâfet makamını tutmak için faaliyete geçmelerinden söz ediyorlardı. Böylece Gazi’ye karşı güçlü, kabilse orduyu da yanlarına alarak “Halifecilik” sloganı etrafında toplanacak bir muhalif grup emareleri ortaya çıkmaktaydı. Esasen hanedan üyeleri sarayda oturmakta, halife de Padişah’ın geleneksel teşrifatını, elinden geldiği ölçüde yürütmeye gayret etmekteydi. Adeta bir Müslüman Papalığı oluşturulmaktaydı. Daha önce belirtildiği gibi, dışarıdan Büyük Britanya’nın da, Hilâfet makamını destekleyici işaretler vermesi, halifeci basında heyecan yarattı. İngiliz hizmetinde olan Ağa Han ve Emir Ali’nin gönderdikleri ve hilafeti savunan yazıları bardağı taşıran damlalar oldu. Çünkü bu iki zat hem hilâfet şampiyonluğu yapıyorlar ve hem de İngiliz Muhipleri Cemiyeti’nin yöneticilerinden Entellijans Servis elemanlarından Rahip Frew ile sıkı temas içinde bulunuyorlardı. Damat Ferit’in Şeyhülislâmı Mustafa Sabri’de Mısır’dan verdiği fetva ile Saltanat-Hilâfet birleşmesinin, islâmlığın özünde bulunduğunu, bunları ayırmanın küfür teşkil edeceğini belirtiyordu.
Zaten daha 1923 başlarında Afyon Müftüsü Hoca Şükrü hilâfetçilerin görüşlerine tercüman olan “Hilâfeti İslâmiye ve Büyük Millet Meclisi” başlıklı bir broşür yayınlamıştı. Hoca özetle Halifenin sadece ruhanî görevleri değil, dünyevî işleri de yürütmesi gerektiğini savunuyor, hatta yasaların “ahkâmı şer’iye” ye uygun olması için halifenin onayından geçmesi gerektiğini ileri sürüyor ve “Halife Meclisin, Meclis Halifenin’dir” sloganı ile Meclisle Halife’yi bütünleştiriyordu.
İskilip’li  Atıf Hoca’da İslâm Yolu kitabı ile Halifenin Peygamberin vekili ve halkın padişahı olduğundan din işlerinin yanı sıra dünya işlerine de bakması gerektiğini savunuyordu.
Gazi Mustafa Kemal 16-17 Ocak 1923 tarihlerinde İstanbul gazetelerinin kalburüstü mensuplarıyla özel olarak görüşürken, onların  Hilâfet hakkında görüşlerini sormuş, bu vesileyle hilâfetle ilgili görüşlerini şimdilik mahrem kalması kaydıyla açıklamıştı325.  Halkla olan sohbette de “ ... Yeni devletin mukadderatına, muamelatına istikbaline ismi halife olsun, padişah olsun, ne olursa olsun hiç kimsenin müdahele edemeyeceğini” açıkça ifade etmişti.
Bir zamanlama üstadı olan Gazi, barışın yapılmasını beklemiş, Cumhuriyeti ilân etmiş, sıra Hilâfet meselesinin çözümüne gelmişti.
Cumhuriyetin ilânından sonra Hilâfet makamı etrafındaki gelişmeler, bilhassa dış müdahale Gazi’nin bu konudaki kararını çabuklaştırdı. Olayın tekrar gündeme gelmesine Halifenin başkatibinin İsmet Paşa’ya gönderdiği bir yazı sebep oldu. Bu yazıda, bir süreden beri, gazetelerde Hilâfet makamının durumu ve Halifenin şahısları ile ilgili yanlış anlamalara yol açabilecek yayınlara rastlanmasından şikâyet edilmekte , İstanbul’a giden hükümet üyeleri ve resmî heyetlerin Halife ile temastan kaçınmalarının Halife’yi üzdüğü belirtilmekteydi. Yazıda ayrıca Hilâfet hazinesinin yetersizliği üzerinde durularak, maliye hazinesinden yardım yapılması istenmekteydi. Başvekil İsmet Paşa, 22 Ocak 1924’te yazı içeriğini Harp oyunları için İzmir’de bulunan Gazi’yi bilgilendirmek için gönderdi. Gazi, makine başında şu cevabı verdi: “ Hilâfet makamı ve Halife’nin şahısları ile ilgili yanlış anlamalar, Halife’nin kendi yanlış tutum ve davranışlarından kaynaklanmaktadır. Halife, kendi özel hayatı ve dış yaşayışı ile ecdadı padişahların yolunu takip eder görünmektedir. Cuma alayları, yabancı devlet temsilcileri yanına memurlar göndermek suretiyle ilişkiler kurmak, tantanalı gezintiler, saray hayatı, sarayında yedek subaylara varıncaya kadar kabul ve onların şikâyetlerini dinlemek ve onlarla birlikte ağlamak gibi hareketler bu kabildendir. Halife ve bütün cihan bilmelidir ki, bugün var olan ve korunmakta olan Halife ve Hilâfet makamının gerçekte ne dinî nede siyasî bakımdan hiçbir mana ve varolma gerekçesi yoktur. Türkiye Cumhuriyeti safsatalarla varlığını, istikbâlini tehlikeye atamaz. Bizce Hilâfet makamı en nihayet tarihi bir hatıra olmaktan fazla bir ehemmiyeti haiz olamaz. Türkiye Cumhuriyeti devlet adamlarının veya resmî heyetlerin, kendisiyle temasını talep etmesi dahi cumhuriyetin bağımsızlığına açık bir tecavüzdür. Başmabeyincisini Ankara’ya göndererek veya görevli bir kimseyi kendi yanına getirterek, Hükümete duygu ve dileklerini ulaştırmak istemesi de , Cumhuriyet  Hükümeti ile karşı karşıya bir durum alması demektir. Buna da yetkili değildir.... Halife’nin yaşayışı ve geçimi için Türkiye Cumhurbaşkanı’nın ödeneğinden mutlaka daha aşağı bir ödeneğin yeterli olması gerekir. Maksat, gösterişli ve debdebeli bir hayat sürmek değil, insanca yaşamak ve geçimi sağlamaktan ibarettir. Hilâfet hazinesinden maksat nedir anlayamadım. Hilâfetin hazinesi yoktur ve olamaz. .... Halife, kendinin ve makamının ne olduğunu açıkça bilmeli ve bununla yetinmelidir. Hükümetçe ciddî ve esaslı tedbirler alınarak bildirilmesini rica ederim”326.
Bu yazıdan Gazi’nin halifelik makamı ile ilgili  kararını vermek üzere olduğu anlaşılmaktaydı. Nitekim 15-22 Şubat tarihlerinde, büyük komutanların katıldıkları  harp oyunları esnasında Hilâfet makamı ile Şer’iye ve Efkaf Vekâletlerinin kaldırılması, Genel Kurmay Başkanlığının, Bakanlar Kurulu dışında kalması hususunda, yakın komutan arkadaşlarının onayını aldı.
Ankara’ya dönüşte, Gazi ve arkadaşlarının İzmir’de kararlaştırdıkları konular, Parti Grubunda konuşulup milletvekillerinin önerisi olarak Meclise sunulması uygun görüldü (2 Mart 1924).
Ertesi günü Meclise üç yasa önerisi verildi. Birinci yasa teklifi Urfa Milletvekili Şeyh Saffet ve elli arkadaşı tarafından imzalanmıştı. 13 maddeden oluşan öneri şu hususları öngörmekteydi.
Madde I. Halife hal’edilmiştir. Madde 2. Hal edilen halife ve Osmanlı hanedanının erkek kadın bütün üyeleri ve damatları Türkiye Cumhuriyeti toprağında oturmak hakkından ebediyen mahrumdurlar. Madde 3. İkinci maddede bahis konusu olan kişiler on gün içinde Türkiye Cumhuriyeti arazisini terk etmeye mecburdurlar. Madde 4. İkinci maddede bahis konusu olan kişilerin Türk vatandaşlığı sıfat ve hukuku kaldırılmıştır. Madde 5. İkinci  maddede zikredilen kimseler; Türkiye Cumhuriyeti dahilinde taşınmaz mala sahip olamazlar. İlişkilerinin kesilmesi için bir sene içinde vekilleri aracılığı ile devlet mahkemelerine başvurabilirler. Bu müddetin bitiminden sonra, hiçbir mahkemeye başvurma hakkı yoktur. Madde 7. İkinci madde de zikredilen kimseler Türkiye Cumhuriyeti arazisi dahilindeki bütün taşınmazlarını hükümetin bilgi ve onayı ile elden çıkarmaya mecburdurlar. Madde 8. Osmanlı İmparatorluğundan Padişahlık etmiş kimselerin Türkiye Cumhuriyeti arazisi içinde tapuya bağlı taşınmazları millete intikal etmiştir.
Teklifin gerekçesi özetle şöyledir: “ Türkiye Cumhuriyeti içinde Halifelik makamının bulunması, Türkiye’yi iki başlı göstermektedir. İstiklâlinde ve siyasî hayatında ortaklık kabul etmeyen Türkiye’nin  görünüşte ve örtülü olarak da olsa ikiliğe tahammülü yoktur. Yüzyıllardan beri Türk milletinin felâketine sebep ve Türk İmparatorluğunun çökmesine vasıta olan hanedanın Halifelik kisvesi altında Türkiye’nin varlığı için etkili bir tehlike olacağı kesinlikle sabit olmuştur.”
Teklifin ivedilikle görüşülmesi kabul edilmiştir. Tartışmalarda iki milletvekili öneriyi eleştirmişler, Adliye Vekili Seyyit Beyin tatmin edici bilimsel açıklamalarından ve İsmet Paşa’nın hükümet adına verdiği bilgiden sonra öneri oya sunularak yasalaştı.
Halifeliğine son verilen Abdülmecit 4 Mart 1924’te ailesiyle trene bindirildi. Bir süre İsviçre’de kalan Abdülmecit 1924 Ekim’inde Fransa’ya geçerek Nice’e yerleşti. 1939’da Paris’e geçen eski halife 23 Ağustos 1944’te orada öldü.
Hilâfetin kaldırılmasından sonra İslâm ülkelerinde dokuz halife adayı ortaya çıkmıştı. Fakat görüş birliği sağlanmadığından halifeliği tekrar hayata geçirmek girişimleri sonuçsuz kalmıştı. Bu gelişmeler hilâfet makamının yaşama gücü olmadığının açık bir göstergesiydi.
Halifeliğin kaldırılmasıyla, Cumhuriyet’in geleceği güven altına alınmış, devletin laikleştirilmesi yolu açılmıştır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder