Öğretimin Birleştirilmesi

2- Öğretimin Birleştirilmesi327
Cumhuriyetten önce Türkiye’de üç çeşit eğitim kurumu vardı:
1. Halkın ve vakıfların yardımı ile faaliyetlerini  yürüten din ağırlıklı öğretim yapan medreseler. 
2. Modern okullar, ordunun subay ihtiyacını karşılamak üzere askerî okullar kurulmuştu. Askerî mühendislik okulları, (1773-1793) Askerî Tıbbiye (1826), Harbiye (1834) gibi; sonra bunlara diğer meslek okulları da katılmıştır. Öğretmen Okulu (Darülmuallimin) 1848’de, kız öğretmen okulu (Darülmuallimat) 1870’de, Mülkiye 1859’da, Hukuk mektebi 1880’de açılmışlardı. Ayrıca sübyan okulları yanında Rüştiye, İdadi ve Sultani gibi ilk ve orta eğitim okulları oluşturulmuştu. Daha sonra bunlara Darülfünün katılmıştı.
Ancak medreseler dışındaki okullarda bile dinî etkiler güçlüydü. Bu iki tip okul eğitim, dünya görüşü ve ülkü bakımından birbirine ters düşen zihniyette iki ayrı insan tipi yetiştirmekteydi.
3. Yabancı okullar: Bunlar kapitülâsyonların  desteğinde, hükümet denetiminin dışında kalan, modern eğitim yapan ve yabancılarca yönetilen okullardı. Bu okullarda yabancı dilde eğitim yapılmakta, özellikle azınlık millîyetçiliğini hedef alan bir öğretim yürütülmekte ve yabancı devletlerin siyasî nüfuz aracı görevi yapmaktaydılar. Bu okullarda genellikle ülkenin değer yargılarına ters düşen değerlere sahip insanlar yetiştirilmekteydi.
Özetle, Cumhuriyet öncesinde eğitim millî değildi, laik değildi, çağdaş değildi. Bu üç çeşit okul üç ayrı dünya görüşüne sahip insan yetiştiriyordu. Ülkenin vatandaşları arasında ne kültür birliği ne de ülkü birliği vardı. Bu durum, toplumda mevcut kültürel çelişkileri daha da artırıyor, millî birlik ve bütünlüğü ciddî bir şekilde zedeliyordu.
Bu kısa bilgilerden anlaşılacağı gibi, laik devlet anlayışına uygun bir şekilde öğretim birliği kurulmadıkça ve eğitim çağdaş bilimin gereklerine uygun bir hale getirilmedikçe, millî bütünlüğün sağlanamayacağı, çağdaşlaşmanın gerçekleşemeyeceği açık seçik anlaşılmaktaydı.
Dolayısıyla Gazi Mustafa Kemal Millî Mücadele’nin en zor günlerinden başlayarak eğitim üzerinde  kararlı bir şekilde durmuştur.
Düşman ordularının Ankara üzerine yürümeye başladığı 16 Temmuz 1921’de, Eskişehir-Kütahya savaşlarının en şiddetli olduğu bir zamanda, Ankara’da Maarif Kongresi’ni açmıştır. Buradaki konuşmasında, özellikle millî ve çağdaş bir eğitimin temelleri atılması gereği üzerinde durmuştur328.
Büyük zaferden sonra Bursa’da kendisini ziyaret eden İstanbul öğretmenlerine seslenirken, bir milletin gerçek kurtuluşunun ancak maarifle olacağını belirtir. Ayrıca ilave eder “bunun için maarifin toplum hayatının ve çağın ihtiyaçlarına cevap vermesi ve ilim ve fennin gerçeklerine göre yürütülmesi gerekir”329.
31 Ocak 1923’te İzmir’de halk ile konuşurken “... Milletimizin, memleketimizin irfan yuvaları bir olmalıdır. Bütün memleket evladı kadın ve erkek aynı suretle oradan çıkmalıdır.” sözleri ile öğretimin birleştirilmesine işaret etmiştir330.
1 Mart 1924’te ikinci dönem Meclis toplantılarının açılışında, öğretim ve eğitimde birlik ilkesinin bir an bile kaybedilmeden uygulanmasını ister. Bu yolda gecikmenin zararlarını belirtir ve bu konuda âcil karar almanın gereği üzerinde durur331.

Bu gelişmeler ışığında ve Gazi’nin görüşü doğrultusunda, Saruhan Milletvekili Vasıf (Çınar) Bey ve arkadaşları tarafından hazırlanan Tevhid-i Tedrisat Kanunu (Öğretimin Birleştirilmesi Yasası) Meclis Başkanlığına sunuldu (2 Mart 1924).
Yasanın gerekçesinde şöyle denilmekteydi:
“Bir milletin kültür ve millî eğitim siyasetinde, milletin fikir ve duygu bakımından birliğini sağlamak için öğretim birliği en doğru, en bilimsel, en çağdaş ve her yerde yararları görülmüş bir ilkedir..... Bir milletin fertleri ancak bir türlü eğitim görebilir, iki türlü eğitim bir memlekette iki türlü insan yetiştirir. Bu ise, his ve fikir birliğine ve dayanışma amaçlarına aykırıdır.”
Parti Grubunda tartışılan yasa 31 Mart 1924’te kanunlaşır. Bu yasaya göre Türkiye dahilindeki bütün bilim ve öğretim kurumları, Millî Eğitim Bakanlığına bağlanıyordu. Şer’iye ve Evkaf Vekâleti veyahut özel vakıflarca idare olunan bütün mektep ve medreseler Millî Savunma Bakanlığına bağlı askerî ortaokul ve liselerle Sağlık Bakanlığına  bağlı darüleytamlar bütçeleri ve öğretim kadroları ile Millî Eğitim Bakanlığına devrediliyordu. Bakanlık yüksek din uzmanı yetiştirmek için darülfünunda (üniversitede) bir ilâhiyat fakültesi açacak, imamlık ve hitabet gibi dinî görevlerin  yerine getirilmesinden sorumlu memurlar yetiştirmek için ayrı mektepler açacaktı332.
Yasa hemen uygulamaya konuldu. Bakan 9 Mart 1924 tarihli demecinde, “Bakanlığın bundan sonraki değişmez hedefinin Cumhuriyet’in ruhuna uygun bir eğitim olduğunu, Türkiye’de bundan sonra tek bir terbiye, tek bir mektep, tek bir öğretim” olacağını vurguladı.
İlk iş olarak medreseler kapatılır. Şer’i mahkemelerin kapatılması üzene Mekteb-i Kuzat lağvedilir Askerî okullarla ilgili uygulama bir yıl sonra değiştirildi ve bu okullar tekrar Millî Savunmaya bağlandılar. Açılan İmam Hatip Okulları da devlet desteği kesilince 1930-31’de kapandılar. Sonuç olarak Cumhuriyet’in ilk on yılı içinde, devlet tarafından desteklenen  hiçbir dinî eğitim kurumu kalmadı.
Öğretimin Birleştirilmesi yasası uygulanırken doğal olarak ülkedeki yabancı okulların durumları da gözden geçirildi. Geçmişte âdeta bağımsızmış gibi hareket eden, yeterli denetimden mahrum, azınlıkları millîyetçiliğe yönlendiren, öğrencilerine ülke değer yargılarına ters düşen telkinlerde bulunan bu okulların da ciddî bir devlet denetimine alınması, buralarda Türklük aleyhine ve dinî nitelikte öğretim faaliyetinin, engellenmesi gerekliydi. Türkiye kendi sınırları içinde, hiçbir dinin ve mezhebin propagandasının yapılmasını istemiyordu. Türkiye  kendi medreselerini kapatırken, Hristiyan okulları bu uygulamanın dışında tutulamazdı.
Gazi Mustafa Kemal yabancı okullarla ilgili görüşlerini bir Fransız yazarına Türkiye’deki Fransız okullarının geleceği ve Türk Millîyetçililerinin  yabancı düşmanı olup olmadıklarını sorusuna 29 Ekim 1923’te verdiği cevapla şöyle ifade etmişti: “ .... Bazen yabancı mekteplerin vazife sınırlarını geçtiğini, rollerinden çıktıklarını, fenni olmayan propaganda gayeleri takip ettiklerini ve bunun için halkımızın Türk olmayan unsurlarına dayandıklarını gördük...... Fransız Mekteplerinin ekserisi rahipler ve hemşireler tarafından idare edilmektedir. Şu halde mesleki bir mahiyeti vardır. Dolayısıyla dinî bir propaganda da bulunduklarından endişe edebiliriz. Mamafih, istiyoruz ki mektepleriniz kalsın, fakat Türkiye’de bizim mekteplerimizin bile haiz olmadıkları imtiyazları yabancı mekteplerin malik olması kabul edilemez. Müesseseleriniz aynı sınıfta Türk müesseselerine mevzu olan kanun ve nizamlara riayet ettikçe baki kalabilir... Türkler bütün medeni milletlerin dostlarıdır. Yabancılar memleketimize gelsinler, bize zarar vermemek, hürriyetlerimize zorluklar çıkarmaya çalışmamak şartıyla, burada daima iyi muamele göreceklerdir”333.
Bu görüşler ışığında Bakanlık 1924 yılının Ocak ve Şubat aylarında yabancı okullar için öğretim programı ile uyulması gereken emir ve yasaları hatırlatan genelgeler gönderdi. Bunlara göre, “yabancı okullarda mabetler dışında, dershane ve salonlarda bulunan dinî semboller salip, heykel, dinî tasvirler kaldırılacaktır. Müslüman ve başka mezhepten olan öğrenciler okullarındaki dinî törenlere katılmayacaklardı. Öğretim açısından da bu okullarda kültür derslerinin Türkçe verilmesi, müdür yardımcılarından birisinin Türk olması, Türkçe’den kalanların sınıfta kalmış sayılması, okullarda hiçbir devletin propagandasının yapılmaması şart koşuluyordu.”
Türkiye Devleti kurucusunun diliyle ifade edildiği gibi, yabancı okullara karşı değildi. Bunları Batı ile aramızda bir köprü olarak değerlendiriyordu. Ancak, bunlara kendi okullarımıza bile verilmeyen, kapitülâsyon havasında ayrıcalıklar  vermeyi kabul etmiyordu. Bu okulların da Türk eğitim kurumları için konulmuş olan yasa ve yönetmeliklere uymalarını, ülkenin bağımsızlığı açısından gerekli görüyordu.
Bu kurallara uymayan okullar kararlılıkla kapatıldılar. Olay yabancı devletlerle siyasî çatışmalara yol açtı. Ancak Türkiye Cumhuriyeti’nin ödün vermeyen kararlı tutumunu gören yabancı okullar bir süre sonra, konulan yasa ve yönetmeliklere ayak  uydurmak suretiyle varlıklarını koruma imkânını buldular334.
Gazi Mustafa Kemal’in gerçekleştirdiği öğretimi birleştirme olayı, yeni devletin millî bütünlüğü, çağdaşlaşması açısından son derece önemli sonuçlar yaratmıştır. Bunları şu şekilde özetlemek mümkündür.
1.  Millî bütünlük açısından: Öğretimin birleştirilmesiyle, aynı fikir, aynı duygu, aynı düşüncede insanlar yetiştirilmiş, böylece vatandaşlar arasında ülkü birliği, kültür birliği yolunda güçlü adımlar atılmıştır. Bu sebeple, Anadolu vatanı etrafında millîleşme süreci hızlanmış, ümmet toplumundan millet toplumuna yönelinmiştir.
2. Laiklik açısından: Öğretimin birleştirilmesi, okulların Millî Eğitim Bakanlığı’nın denetimine girmesi ve medreselerin tarihe karışmasıyla, okullarda öğretim laik bir tabana oturmuştur. Böylece yüzyıllar boyunca bilimsel düşünme ve çalışmayı köstekleyen nedenler ortadan kaldırılmış, çağdaşlaşmayı engelleyen bariyerler çökertilmiş, Türk Rönesansının kapıları açılmıştır.
3. Tam bağımsızlık açısından: Yabancı okulların disiplin ve denetim altına alınmasıyla, bunların Türklük aleyhine  kullanılmaları önlenmiş, kültürel kapitülâsyon kapıları kapatılmıştır.
4. Çağdaşlaşma açısından: Öğretimin modernleşmesiyle rasyonel düşünceye, bilime giden yollar açılmış, Türkiye için bir ölüm-kalım davası olan çağdaşlaşmanın gerçekleşmesini sağlayacak alt yapı hazırlanmıştır.
   5. Cumhuriyet’in selâmeti açısından: Öğretimin birleştirilmesiyle Cumhuriyetin geleceği güvence altına alınmış, rejim ve inkılâp karşıtı güç odaklarının muhtemel dayanakları ortadan kaldırılmış, Cumhuriyeti ve Atatürk İnkılâplarını benimsemiş kuşaklar yetişmesini sağlayacak sağlam yollar açılmıştır335.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder