Devletin Adı: Türkiye Cumhuriyeti, Cumhurbaşkanı:
Gazi Mustafa Kemal
Vatan toprakları istilâdan kurtarılmış, Lausanne Antlaşması ile tam bağımsız bir devlet oluşmuş, Gazi’nin düşüncelerini uygulamasını sağlayacak Halk Fırkası kurulmuş, yeni devletin merkezi Anadolu’nun ortasında Ankara olarak belirlenmişti. Devletin adı Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümetiydi. Fakat İnönü’nün deyimiyle “Devletin şekli açıktaydı. Gerçi iç ve dış âlem, bugünkü hal devam edecekse bunun manasının ne olduğunu pek güzel biliyordu. Fakat Cumhuriyetin kurulmasını bir ihtiyaç olarak görenlerin kudretinin, adını söyleyerek onu ilân etmeye kâfi gelmediği zanolunuyordu. Mesele bu. Tabiî böyle bir telâkkinin başlıca hedefi de Atatürk oluyordu. Demek bütün bu işlere idare edip neticeye götürmüş olan insan, fiilen idarenin başında bulunduğu halde, idareyi Cumhuriyet şeklinde ilân etmeye kudretli değildir. Bu görünüş devlete zayıflık veriyordu. Benim dışarıda Hariciye Vekili sıfatı ile yabancılara karşı gördüğüm başlıca zayıf noktam bu idi. Herkesin gözünde ve anlayışında devletin şekli ne zaman kararlaştırılacak istihfamını (sorusunu) sezerdim. Lausanne dönüşü, ben meseleyi bu görüşten ortaya kordum. Bu bir eksiklikti. Devletimize karşı yapılması lâzım olan bir vazifeyi yapmamış durumdayız. İstediğimiz halde, aklımız yettiği halde, yapmaya kudretimiz olmadığından dolayı yapamıyoruz, tefsirile zayıf görünüyorduk. Lausanne muahedesini imzalayan devletler bu zanla bizimle münasebet kurmak için bekler vaziyette idiler. Yani devlet ve o devletin başında bulunan kişiler, zaafla karşılaşıyordu. Bu zaaf telâkkisinin mutlaka düzeltilmesi lazımdı. Benim kanaatim buydu. Atatürk ile mutabıktık” 317. Ancak Gazi’nin yakın silâh arkadaşları arasında bile bu konuda fikir birliği yoktu. Bunların birçoğu cumhuriyet ilânının vakitsiz ve sırasız olduğunu düşünmekteydiler. Meclis ekseriyetininde cumhuriyetçiliğe çok yatkın olduğu söylenemezdi. Bu durumda işi ince politika taktikleri ile çözümlemek gerekiyordu318.
Gazi’nin bu konudaki fikri, Erzurum Kongresi günlerinden beri belirlenmişti. Fikrini gerçekleştirmek için elverişli ortamın oluşmasını beklemekteydi. Ortamı hazırlamak maksadıyla 27 Eylül 1923’de Neue Freie Presse muhabirine verdiği demeçte “Hâkimiyet kayıtsız şartsız milletindir. Yasama kudreti ve yürütme yetkisi milletin biricik gerçek temsilcisi olan Mecliste belirmiş ve toplanmıştır. Bu iki kelimeyi bir kelimede özetlemek mümkündür: Cumhuriyet”319.
Gerçekte yaşanılan rejim cumhuriyetten başka bir şey değildi. Yapılacak iş, rejimin adını resmileştirmekti.
Bunun için aranılan fırsatı Meclis’de meydana gelen bir kriz verdi. Rauf Bey’in 4 Ağustos 1923’de istifâ etmesi üzerine, 14 Ağustos 1923’de İstanbul Mebusu Ali Fethi Bey (OKYAR) İcra Vekilleri Heyeti (Bakanlar Kurulu) Başkanlığına seçilmişti. Fethi Bey üzerinde bulunan Dahiliye Vekilliğinden 24 Ekim’de istifâ etmişti. Meclis İkinci Başkanı olan Ali Fuat Paşa’da (CEBESOY) askerî kariyeri tercih ettiğinden görevinden ayrılmıştı. Ayrılanların yerine hükümetce Dahiliye vekilliğine Ferit Bey (TEK) Meclis İkinci Başkanlığına da Yusuf Kemal (TENGİRŞENK) aday olarak gösterilmiş, fakat ikinci Başkanlığa Rauf (ORBAY), Dahiliye Vekilliğine Erzincan Mebusu Sabit Bey seçilmişlerdi (25 Ekim 1923).
Bu bir tepkinin ifadesiydi. Gazi sonuçtan memnun olmadı. Meclis’te gizli muhalif bir hizip oluştuğu ve Meclis çalışmalarına hissiyatın hâkim olduğu kararına vardı. Hükümet üyelerinin istifâ etmelerini, yeni hükümeti teşkil çalışmalarına katılmamalarını istedi. Genel Kurmay Başkanı Fevzi Paşa (ÇAKMAK) bu kararın dışında tutuldu. Böylece muhaliflere istedikleri şekilde bir hükümet oluşturma imkânı verildi. Eğer kriz uzarsa, bu vesile ile köklü çözüm getirilmesi bahis konusuydu.
Fethi Bey 27 Ekim’de istifâsını verdi. Meclis’deki değişik hizipler, Meclis’ten güven alacak bir liste oluşturamadılar.
28 Ekim akşamı Gazi yemeğe aldığı arkadaşları ile durumu gözden geçirdi. Ertesi günü Cumhuriyeti ilân edeceklerini bildirerek ne yapmaları hususunda onları görevlendirdi. Alıkoyduğu İsmet Paşa ile anayasada yapılacak değişiklik metnini hazırladılar.
29 Ekim 1923 Pazartesi günü Meclis hükümet teşkili için toplantıya başladı ise de olumlu sonuç alınamadı. Bazı milletvekilleri krize Parti Başkanının bir çare bulmasını istediler. Neticede Genel Başkanın krize çare bulmakla görevlendirilmesi kabul edildi.
Toplantı salonuna davet edilen Gazi bulacağı çözüm için bir saatlik bir süre istedi. Bu süre içinde gereken kişileri Meclisteki odasına davet ederek hazırlanan anayasa değişikliği maddesi konusunda görüş alışverişinde bulundu.
Gazi salona dönüşünde, düşündüğü çözümü dile getirdi: “Anayasaya göre bir hükümet kurulurken bütün milletvekillerinin her birisi bakanları ve hükümeti seçmek zorunda kalıyor. Bu güçlüğü giderme zamanı gelmiştir... Teklif ettiğim çözüm kabul edilirse, kuvvetli ve kendi içinde uyumlu bir hükümet kurmak mümkün olacaktır” diyerek bir gece önce İsmet Paşa ile hazırladıkları metni verir.
Teklif Anayasanın bazı maddelerinin değişmesini içermektedir. Teklife göre, “Türkiye Devleti’nin hükümet şekli Cumhuriyettir”. Türkiye Cumhurbaşkanı Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulu tarafından ve kendi üyeleri arasından bir seçim dönemi için seçilir. .... Görev süresi biten Cumhurbaşkanı yeniden seçilebilir. Türkiye Cumhurbaşkanı devletin başkanıdır. Bu sIfatla lüzum görüldükçe Meclis’e ve Bakanlar Kurulu’na başkanlık eder. Başbakan, Cumhurbaşkanı tarafından ve Meclis üyeleri arasından seçilir. Diğer bakanlar Başbakan tarafından ve yine Meclis üyeleri arasından seçildikten sonra, Cumhurbaşkanı tarafından Meclis’in onayına sunulacaktır. Tartışmalar sırasında öneriye 2. Madde olarak “ Türkiye Devleti’nin dinî İslâmdır, resmi dili Türkçedir” ifadesi eklenir. Amaç Muhafazakâr çevrelerin tepkisini azaltmaktır.
Öneri Meclis’de hararetli tartışmalara konu olur. Lehte ve aleyhte konuşmalardan sonra, öneri “Yaşasın Cumhuriyet” sesleri içinde kabul edilir. Gazi Mustafa Kemal oy birliği ile Cumhurbaşkanı seçilir320. Gazi, ilk Cumhuriyet Hükümetini kurmakla İsmet Paşa’yı görevlendirdi. Meclis Başkanlığına da Fethi Bey seçildi.
Cumhuriyet’in ilânı inkılâpçı çevrelerde büyük coşku ile karşılandı. Yurt dışında olumlu karşılandı.
Gazi Cumhurreisi seçildikten sonra, Halk Partisi Başkanlığını vekâleten İsmet Paşa’ya devretti (19 Kasım 1923). Bir gün sonra da Anadolu ve Rumeli Müdafa-i Hukuk Cemiyeti teşkilât ve görevlerini Halk Partisi’ne devretti. Bu suretle Müdafaa-i Hukuk’çular Halk Partisi ile bütünleştiler.
Cumhuriyet’in ilânı şerefine 26 Aralık 1923’te bazı suçlar hariç, genel af çıkarıldı.
Artık Gazi Cumhurbaşkanıdır. Kendi kurduğu Halk Partisi, ciddi bir disiplin içinde, yapılacak yeniliklerin gerçekleşmesinde siyasî dayanak vazifesi görecektir. Bundan sonra inkılâplar daha hızlı yürütülecektir.
Ancak İstanbul siyaset âleminin görüşü oldukça farklıydı. Basın Cumhuriyet ilânının vakitsiz acele ve usule uymayan bir hareket olarak göstermekteydi321. Bunların görüşü Gazi’ye göre şöyle özetlenebilir: “ Esas olan millî hâkimiyettir. Millî hâkimiyet Cumhuriyetin gelişmesiyle sağlanır. Türk milleti millî hâkimiyete kavuştu. Cumhuriyet’in ilânına lüzum yoktur, yanlıştır. Türkiye’de en sağlam devlet şekli, millî hakimiyet esasını korumakla birlikte, cumhuriyeti ilan etmeyip devlet başkanlığında halife ünvanıyla Osmanlı hanedanından birini bulunduran meşrutiyet idaresidir”. 322
Bu arada halife ile gösterişli temasların çoğaldığı ve ilgilenenlerin arttığı görülmekteydi.
Rauf Bey’in bir İstanbul gazetesine verdiği demeç, Halk Partisinde sert tartışmalara yol açtı. Rauf Bey demecinde Cumhuriyet’in ilânında acele edildiği, sorumsuz kimselerin buna sebep olduğu ileri sürülmüştü. Haber Ankara’da asabiyet ve teessüre yol açtı. “Rauf Bey’in İstanbul gazetelerinde çıkan Cumhuriyetin ilânına karşı gelme yolundaki demecinin Cumhuriyet’i sarsıntıya uğrattığı ve bu demeç sahibinin çevresinde muhalif bir parti kurduğu kanaatinin belirdiği” vurgulanarak Parti Grubunda açıklama yapmaya davet edildi. İsmet Paşa; Parti Başkan Vekili sıfatıyla Rauf Bey’e hitaben “Cumhuriyet ilân edildiği günlerde, başlangıçtan beri millî davanın temsilcisi sayılan başlar arasında anlaşmazlıklar olduğu manzarası görülürse, bundan başların Cumhuriyetin ilânından sonra ikiye ayrıldıkları manası çıkar. Dolayısıyla Cumhuriyet üzerinde tereddütler hasıl olur. Cumhuriyet idaresi başarılı olacak mıdır, olmayacak mıdır tartışmalarına yol açılır ve bu tartışmalar tehlikeli maceraya dökülür” diyerek ona Cumhuriyetçi olup olmadığını, parti içinde kalıp kalmayacağını sordu. O da “millî hâkimiyetten yana olduğunu, milletvekili’nin görüşlerini her türlü etkinin dışında ifa etmesi gerektiğini belirterek mutlak muhalif parti yapmam isteniyor, yapmayacağım. Karar sizindir. Beni partiden ihraç ederseniz yapacağım şey mezuniyet alıp gitmektir. Ben buradan gidiyorum. Kararınızı serbest olarak veriniz.” diyerek toplantıyı terketti.
Konuşmadan duygulanan Parti Grubu, verilen bilgiyi yeterli buldu. Konuşmaların zabıtları yayınlanarak mesele kapatıldı. Fakat bu geçici çözüm yoluydu.
Olayın neticesinde Rauf Bey Gazi’den gittikçe uzaklaştı. Aslında derindeki sebep, Rauf Bey ve Gazinin bazı yakın silah arkadaşlarının yapılan reformları tam manası ile benimsememeleri, devrimden çok, evrimden yana olmalarıdır. Ayrıca bunlar Millî Mücadele’deki değerli hizmetleri dolayısıyla, eskiden olduğu gibi, yapılacak işlere beraberce karar verilmesini istemekteydiler. Bu sebeple Gazi’nin hızlı temposunu frenlemeyi düşünüyorlardı323.
Cumhuriyete geçiş olayı bazı İstanbul gazetelerinin de halifeliğin statüsü ve geleceği tartışmalarına yol açmıştır. Bu arada Hint Müslüman liderlerinden Ağa Han ve Emin Ali’nin Londra’dan İsmet Paşa’ya gönderdikleri mektubun henüz Paşa’nın eline geçmeden bazı İstanbul gazetelerinde yayınlanması, Gazi’yi harekete geçirdi. Üstelik şiî olan bu iki şahıs halifenin Müslüman ülkelerinin güven ve saygısına lâyık bir yere konulmasını istiyorlardı. Haber Ankara’da asabiyet uyandırdı. Millî davamızın başarısına engel olmak isteyen iç ve dış düşmanların hain emellerine sed çekmek için derhal İstiklâl Mahkemeleri oluşturuldu. Mektubu yayınlayan gazeteciler mahkemeye verildiler.
İstiklâl mahkemesi mektupların yayınlamasında kasıt olmadığı sonucuna vardı ve bütün sanıkların beraatına karar verdi. Fakat Tanin’de yayımlanan halifeye açık mektup yazısı nedeniyle ve halifeyi saltanatın kaldırılmasına karşı çıkmaya kışkırttığı gerekçesiyle Lütfi Fikri’yi (DÜŞÜNSEL) beş yıl kürek cezasına mahkum etti324.
Olayların gelişmesinden hilâfetin geleceğinin yakında gündeme geleceği anlaşılmaktaydı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder