YEDİNCİ BÖLÜM
ÇAĞDAŞLAŞMA ÖNDERİ ATATÜRK
I. Atatürk Çağdaşlaşması ve Özellikleri
A. Atatürk’ün Çağdaşlaşma ile İlgili Görüşleri
Gazi Mustafa Kemal son derece zor şartlar altında istilâcı emperyalist güçleri, Mehmetçiğin süngüsü ile, vatanın bağrından söküp atarak denize dökmüş, tam bağımsızlığına sahip yeni bir devlet oluşturmuştu. Ancak bu devletin varlığını devam ettirebilmesi, Osmanlı toplumunu yıkıntıya sürükleyen şartlardan bir an önce kurtulmasına bağlıydı. Gazi bunu şöyle ifade eder: “Hiç bir zafer gaye değildir. Zafer ancak kendisinden daha büyük olan bir gayeyi elde etmek için bir vasıtadır, gaye fikirdir.... Bir fikrin istihsaline dayanmayan zafer payidar olamaz. Genç Türkiye Cumhuriyeti’nin payidar olması için çağdaş medeniyetin bir ortağı bir parçası haline gelmek, bin bir fedakârlıkla sağlanan bağımsızlığın muhafazası için şarttır.”
Dolayısıyla millî bağımsızlığı sağladıktan sonra onun temel amacı, Türkiye’nin bir daha aynı duruma düşmemesi ve bağımsızlığını sonsuza kadar koruyabilmesidir. Bu nasıl sağlanacaktır?
Ona göre bunun tek yolu vardır. O da çağa damgasını vuran, tabiata hükmeden çağdaş medeniyetin ortağı olmaktan geçmektedir. “Bu bir ölüm kalım meselesidir. Bütün fedakârlığımızın faydalı bir sonuç vermesi buna bağlıdır.” “ Zira, memleketler muhtelif fakat medeniyetler birdir ve bir milletin gelişmesi için de bu yegâne medeniyete iştirak etmesi lazımdır.”
Gazi daha Millî Mücadelenin en karanlık günlerinden başlayarak aralıksız bir şekilde “asrileşmek”, “muasırlaşmak (çağdaşlaşmak)” “ medenileşmek”, “medeni bir millet olmak” zaruretinden bahsetmiştir.
Düşman denize döküldükten iki ay sonra, 1922 Ekiminde Bursa’da öğretmenlere şöyle seslenir: “ ... Memleketimizi bir çember içine alıp cihan ile alâkasız yaşayamayız. Bilakis müterakki (ilerlemiş), mütemeddin (medeni) bir millet olarak medeniyet sahasının üzerinde yaşayacağız. Bu hayat ancak ilim ile fen ile olur. İlim ve fen nerede ise oradan alacağız ve her ferdi milletin kafasına koyacağız. İlim ve fen için kayıt ve şart yoktur.” 22 Eylül 1924’de Samsun’da öğretmenlere hitap ederken de ilim ve fen üzerinde durur: “ Dünyada her şey için hayat için, muvaffakiyet için en hakiki mürşit ilimdir, fendir, ilmin ve fennin haricinde mürşit aramak gaflettir, cehalettir, dâlalettir.” 4 Aralık 1923’de Tercüman-ı Hakikat gazetesine verdiği demeçte, geleceğin Türkiye’sinin temel hedefini ve ülkeyi bu hedefe ulaştırmak konusundaki kararlılığını açık ve net olarak dile getirir. “Memleket mutlaka çağdaş, medeni ve yepyeni olacaktır. Bizim için bu hayat davasıdır. Bütün fedakârlığımızın faydalı sonuç vermesi buna bağlıdır. Türkiye ya yeni fikirlerle donatılmış, namuslu bir idare olacaktır, ya da olmayacaktır.... Gelişme yolumuzun önüne dikilmek isteyenleri ezip geçeceğiz. Dünya müthiş bir cereyanla ilerliyor. Biz bu ahengin dışında kalabilir miyiz?”
29 Ekim 1923’te bir Fransız gazetecinin yeni devletin yabancı düşmanı oldukları iddiası konusundaki sorularına cevap olarak şu sözleri söyler: “ ... Türklerin asırlardan beri takip ettiği hareket devamlı bir istikameti muhafaza etti. Biz daima şarktan garba doğru yürüdük. ... Memleketimizi asrileştirmek istiyoruz.... Medeniyete girmeyi arzu edip, garba teveccüh (bir yere yönelme) etmemiş millet hangisidir?”
Daha pek çok örneklerini verebileceğimiz bütün bu ifadelerden anlaşılacağı gibi, büyük zafer ve barıştan sonra, Gazi’nin temel hedefi, Türkiye’yi bir an önce her bakımdan çağdaş medeniyetin bir ortağı haline getirmektir.
Bu nasıl gerçekleşecektir? Bunun için nasıl bir metot uygulanmalıdır. Daha önce bu konuda girişimler yapılmış mıdır? Yapılmışsa neden başarılı olunamamıştır? Kasım 1934’den itibarın Atatürk soyadını alan Gazi Mustafa Kemal’in kendinden önce gelenlerden çok farklı ve değişik bir yol izlemeye yönelten etkenler nelerdir? Bu soruları doğru cevaplamak için geriye doğru kısa bir bakış gerekecektir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder