Atatürk’ün Üniversite Reformu

3.  Atatürk’ün Üniversite Reformu: Darülfünundan Çağdaş
    Üniversiteye
      a) Darülfünun Kapatılıyor, İstanbul Üniversitesi Açılıyor.
Önceki bahislerde defalarca vurgulandığı gibi, zaferi kazandıktan sonra Atatürk’ün temel gayesi devletin bir daha aynı duruma düşmemesi ve sonsuza kadar bağımsızlığını korumasıdır. Bunun yolu Türkiye Cumhuriyeti’ni topyekûn bir an önce çağdaş medeniyetin ortağı olmaktan geçmektedir. Çağdaş medeniyet, bilim ile onun pratiğe uygulamasının yarattığı teknolojiye dayanmaktadır. Bilim ve teknoloji ise fikir ve düşünce hayatında rasyonel düşüncenin ön plâna geçmesi, kafalara “bilimsel zihniyet”in egemen olmasıyla hayat bulmuştur. Rasyonel ve pozitivist bir kafa yapısına sahip olan Atatürk Türkiye’ye bilimin rehber olmasını, çağdaşlaşmanın vazgeçilmez bir şartı olarak değerlendirmiştir. Bu görüşünü her fırsatta dile getirir. Büyük zaferden üç ay sonra Bursa’da öğretmenlere şöyle seslenir: “İlim ve fen nerede ise alacağız ve her ferd-i milletin kafasına koyacağız ilim ve fen için kayıt ve şart yoktur.” 22 Eylül 1924’de Samsun’da öğretmenlere hitap ederken “dünyada her şey için medeniyet için, hayat için, muvaffakiyet için, en hakiki mürşit ilimdir, fendir.  İlmin fennin haricinde mürşit aramak gaflettir, cehalettir, dalâlettir” şeklindeki ölümsüz sözleri ile tutulacak yolu gösterir. Nihayet onuncu yıl nutkunda “Türk milleti’nin yürümekte olduğu terakki ve medeniyet yolunda elinde ve kafasında tuttuğu meşale müsbet ilimdir” ifadesi ile meselelerimize hangi yoldan çözüm aramamız gerektiğini açık seçik ortaya koyar. Onun “en hakiki mürşit (yol gösterici) ilimdir” diye tanımladığı müsbet bilimin üretildiği yerler ise üniversitelerdir.
Cumhuriyet kurulduğu esnada, Türkiyenin tek bir üniversitesi vardır: İstanbul Darülfünunu. Darülfünun ilk defa 1863’de faaliyete geçti. Ortam ve şartların elverişli olmaması nedeniyle bir kaç defa açılıp kapandıktan sonra, 1900 yılından itibaren sürekli eğitime başladı. 1912’de ilahiyat, hukuk, tıp, fen ve edebiyat şubeleri halinde yapılandı. Ekim 1919’da kuruma bilimsel özerklik tanındı.
Cumhuriyet idaresi bir takım eksiklikler içinde devraldığı Darülfünuna sempati ile yaklaştı. İstanbul işgalden kurtarıldıktan sonra eski Harbiye Nezareti binası Darülfünuna verildi. Hükümet 21 Nisan 1924 tarihinde Darülfünuna tüzel kişilik tanıdığı gibi, 7 Ekim 1925 talimatnamesiyle de idarî ve ilmî özerklik de verdi. Bu talimatnameye göre, Darülfünun Emini (Rektörü) müderris ve müallimlerin seçecekleri en çok oy alan iki aday arasından Milli Eğitim Bakanlığınca atanacaktı.441
Özet olarak 1922-1932 döneminde, hükümet kurumun öğretim ve programına karışmamış, gelişmeleri Darülfünundan beklemiştir. Bu on sene içinde Türkiye yoğun bir inkılâp hamlesi içindedir. Darülfünun âdeta bu oluşumun dışında gibidir. Bu arada meydana gelen bazı olaylar Ankara’nın tepkisini çeker. Meselâ 1924’de Darülfünun bahçesinde bazı öğrencilerin resim çektirmeleri idare tarafından cezalandırılır. 1925’te taşkınlıkla sonuçlanan öğrenci olaylarını, Darülfünun Emininin teşvik etmesi gibi olaylar, kurumun özerkliğinin tartışmaya açılmasına neden olmuştur. Bunların yanı sıra, Darülfünun hocaları arasında meydana gelen iç çatışmalar ve tartışmaların gazete sütunlarına dökülmesi, bilimsel yeterlilik konusunda seviyesiz karşılıklı şiddetli eleştiriler, üniversite konusunu gündeme getirmiştir. Özellikle alfabe değişikliği, dil ve tarih çalışmaları konusunda Darülfünundan destek gelmediği gibi, üstelik eleştiriler yapılması bardağı taşıran damlalar vazifesini görür. Atatürk’ün kültür politikasına ters düşen bu hareketler, Ankara’da şiddetli tepki uyandırır. İnkılâplar ve hükümetin görüşünü destekleyen basın Darülfünunu ağır bir şekilde eleştirir.442 Darülfünun’a yöneltilen eleştiriler şu şekilde özetlenebilir.
1. Darülfünunda çalışmalar bilimsel nitelik taşımıyor. Derslerde, yayınlarda bilimsel ciddiyet yoktur.
2. Öğretim elemanı atanmasında bilimsel yeterlilikten çok ilişkiler etken olmaktadır. Öğretim elemanı yetiştirilmemekte olduğu gibi, onların bilimsel derecelerini belirleyecek bir makam da yoktur.
3. Üniversite toplumla uyum içinde değildir. Yeni devlet anlayışına ve Cumhuriyet’in yoğun inkılâpçı temposuna ayak uydurmaktan uzaktır.
4. Kendi kendini ıslah edemeyen Darülfünun tasfiye edilmeli, dışardan uzman getirilerek yeniden oluşturulmalıdır.
Bu eleştiriler ışığında TBMM üyeleri, 1932 Darülfünun bütçesini, Avrupadan bir uzman getirilerek kurumun yeniden düzenlenmesi şartıyla  kabul ettiler. Meclis’ten bu yetkiyi alan hükümet objektif ve isabetli bir karar verebilmek için tarafsız ve yabancı bir bilim adamını, Cenevre Üniversitesi Pedagoji Profesörü Albert Malche’i, Türkiye’ye davet etti. Prof. Malche siyasî şahsiyetler Darülfünun hocaları ve öğrencileri ile görüştü, derslere girdi, seminer, labaratuvar çalışmalarını ve kütüphaneleri inceledi, öğrenciler arasında yazılı bir anket tertipledi. Ayrıca öğrencilerin hayat tarzları ve mali durumlarını inceledi. Dört aylık bir çalışmadan sonra, görüşlerini bir rapor halinde Milli Eğitim Bakanlığı’na sundu.443 

Prof. Malche’ın önerileri şöyle özetlenebilir:
1. Darülfünunun hukukî vaziyeti netleştirilmeli, bilimsel özerklik korunmakla birlikte, idarî ve akademik personelin seçiminde hükümet sorumluluğu üzerine almalıdır.
2. Darülfünun kendisini bilinçli bir şekilde muayyen bir noktaya sevk eden ilmi ve fikrî bir hızdan mahrum görünmektedir. Yeni bir teşkilâtlanmayı gerektiren sebeblerden biri de budur.
3. Profesörlerin atanması, Darülfünunun geleceği için her şeyden önemlidir. İlgililer gelecekteki arkadaşlarını seçiyorlar. İlgililer fena hâkimlerdir. Onların oylarına başvurulmalı, fakat karar dışardan verilmelidir. Darülfünun hocaları tercihen yurt dışında yetiştirilmelidir.
4. Darülfünunda öğretim metodu ders notlarına dayalıdır. Öğrencilere genelde ansiklepodik bilgi verilmekte ve bunlar her sene değişmeden tekrarlanmaktadır. Öğretim yaratıcı değildir. Öğrenci uygulamalı dersler ve seminerlerle araştırmaya yönlendirilmelidir. İmtihan usulleri değiştirilmeli, hafızaya dayalı bilgi yerine, uygulamaya yönelik bilgiye öncelik tanınmalıdır. Darülfünunun öncelikli ödevi, düşünen dimağlar yaratmaktır.
5. Türkçe bilimsel yayınlar yetersizdir. Öğrenci yabancı dil bilmediğinden yabancı yayından yararlanamamaktadır.  Dolayısıyla öğrenciye okuduğunu anlayacak ölçüde bir yabancı dil öğreniminin ilk yıllarında  mutlaka öğretilmelidir.
6. Kütüphaneler fakir, hizmet saatleri ve çalışma şekilleri yetersizdir. Kütüphaneler merkezileştirilmeli ve öğrenciye ödünç kitap verilmelidir.
7. Darülfünun ilmî zihniyeti yaşatmakla görevlidir. Bu ise, öğrencileri bizzat kişisel araştırmalara yöneltmekle mümkündür. Dolayısıyla öğretim elemanlarının ders saatleri dışında, öğrencilerine zaman ayırmaları, öğrenci ve araştırma ile daha fazla meşgul olmaları gereklidir.
8. Darülfünun, öğretimin yanısıra, öğrencileri manen geliştirecek temiz ve seçkin bir sosyal ortam yaratmakla da görevlidir. Kurum öğrencilerin sosyal ihtiyaçlarını karşılamak için pansiyonlar, yurtlar, kantinler temin etmeli, spor hayatını geliştirecek çözümler pekiştirmelidir. Ayrıca mezunlarla ilişkiyi devam ettirecek kuruluşlar oluşturulmalı, öğrencinin Darülfünunu kendi evi ve fikrî vatanı gibi sevmesi sağlanmalıdır.
9. Türkiye gibi, baştan başa yeniden teşekkül eden bir memleketin meseleleri Darülfünunun çalışmalarında öncelikli konu teşkil etmelidir. Türkiye’nin jeolojisi, tarihi, coğrafyası, sağlık meseleleri, sanayisi, kültürü, güzel sanatları Darülfünunun ilk araştıracağı konular olmalıdır.
10. Darülfünunun yenileşmesi yeterli değildir. Kurumun dışarıya açılması, geniş bir çevreye faydalı olması lâzımdır. Bunun için Darülfünun halka açık konferanslar düzenlemeli, tatil aylarında kongreler, seminerler tertiplenmeli, halka hitap eden bir dergi yayımlamalıdır.444
Atatürk Prof. Malche’ın raporlarını dikkatle incelemiş, önerilerinin önemli bir kısmını benimsemiş ve bu raporu bir kültür porgramı gibi ele alarak, millî ve çağdaş üniversitenin oluşması için hemen uygulamaya koydurmuştur.
Onun yönlendirmesiyle Milli Eğitim Bakanlığında oluşturulan bir komisyon hazırlıklara girişir. Fakültenin görüşleri alınır. Sonuçta Atatürk İnkılaplarının uygulanış metoduna uygun bir çözüm yolu benimsenir. Darülfünun ıslah edilme yerine ilga edilerek, İstanbul üniversitesi adıyla yeniden teşkil edilmesi kararlaştırılır.
Atatürk konuyu 1933’de Meclisin açma konuşmasında milletvekillerine şöyle duyurur: “Arkadaşlar üniversite tesisine verdiğimiz ehemmiyeti beyan etmek isterim. Yarım tedbirlerin kısır olduğuna şüphe yoktur. Bütün işlerimizde olduğu gibi marifte ve kurulan üniversitede de radikal tedbirlerle yürümek kat’i kararımızdır.”445
İstanbul Darülfünunu 31 Mayıs 1933 tarihli yasa ile 31 Temmuz 1933’ten geçerli olmak üzere tarihe maledildi ve İstanbul Üniversitesi 1 Ağustos 1933 tarihi itibari ile oluşturuldu. 1 Ağustos 1933’ten 1 Mayıs 1934’ e kadar devam edecek geçici dönemde idareyi Milli Eğitim Bakanının üzerine alması uygun görüldü.
İstanbul Üniversitesinin yeni kadrosu üç değişik kaynaktan yararlanılarak oluşturuldu.
1. Eski Darülfünun’dan kadroya alınanlar,
2. Avrupa Üniversitelerinde öğrenim ve ihtisaslarını tamamlayıp yurda dönenler,
3. Yurt dışından getirilen yabancı bilim adamları.
Darülfünunun tasfiyesi esnasında açıkta kalan öğretim elemanlarının bir kısmı emekliye, ayrılmış bir kısmı başka görevlere atanmıştır. Üniversiteye bilimsel özerklik tanınmış, yönetim açısından bakanlığa bağlanmıştır.
Yeni üniversitenin başarısı kadronun değerli elemanlar ile oluşturulmasına bağlıydı. Bunu sağlamak açısından seçkin elemanlar getirilmesi gerekiyordu. Bu konuda ciddi zorluklar mevcuttu. Ancak dramatik bir rastlantı Atatürk’ün çağdaş bir üniversite yaratmak arzusuna yardımcı oldu. Bu esnada Almanya rejim değişikliği içindeydi. Hitler arî ırktan olmayan üniversite hocalarını tasfiye etmeğe başlamıştı. Müsevi kökenli Alman bilim adamaları hayatlarını ve geleceklerini tehlikede gördüklerinden yabancı ülkelere sığınmaya başlamışlardı. Bunların kurdukları “Alman Bilim Adamları Yardım Derneği” ile Prof. Malche aracılığı ile temasa geçildi. Bu dernekle Milli Eğitim Bakanı Reşit Galip arasında bir anlaşma yapıldı. Buna göre yabancı bilim adamları:
1. Üniversitede tam gün çalışacaklardı,
2. Öğrenciler için en kısa zamanda, çevirmenler yardımıyla ders kitapları hazırlayacaklardı.
3. Göreve başlamalarının üçüncü yılından sonra derslerini Türkçe olarak vereceklerdir.
4. İstenilmesi halinde hükümete bilirkişi raporları hazırlayacaklardı.
Bu yükümlülüklerine karşılık kendilerine:
1. Yüksek maaş ve yol giderleri verilecek, sağlık sigortası ödenecektir. Verilen maaş Türkiye standartlarının çok üstündedir. Bir Türk Profesör 150.-TL. maaş alırken, yabancı profesörlere 500-800 TL maaş verilmiştir.
2. Yabancı bilim adamlarına çalışma arkadaşlarını Türkiye’ye getirip görevlendirme hakkı tanınmıştır.
3. Yabancı bilim adamlarına devlet himayesi garantisi verilmiştir.446
Böylece oluşturulan İstanbul Üniversitesi, kısa bir süre içinde, Avrupa standartlarında bir üniversite haline gelmiştir.
Atatürk yeni üniversite oluşurken kadronun seçkin olmasına özen göstermiştir. Gelen yabancı profesörlerin bir kısmı dünya çapında ün sahibiydiler. Daha sonra Türkiye’den ayrıldıklarında, dünyanın tanınmış üniversitelerinde kolaylıkla yer buldular.
Olayın ilginç tarafı, Türkiye yabancı profesörleri görevlendirirken gelenlerin siyasî eğilimlerini dikkate almamıştır. Mülteci profesörlerin bazısı Almanya’dan hapisten kaçarak gelmiş, bazısı kamptan kurtarılmış ve Atatürk Türkiye’sinde tam bir huzur içinde kendilerini yenilemek imkânını bulmuşlardır. Kendilerine inisiyatif tanınmış, yetkiler verilmiş, gerektiğinde özel yardımlar yapılmıştır. Buna karşılık yabancı hocalar, yeni üniversitenin geleneklerinin oluşmasında, ders kitaplarının hazırlanmasında, en önemlisi geleceğin Türk bilim adamlarının yetişmesinde etkili olmuşlardır.447
Yerli öğretim üyelerinin üniversite de kalıp gitmesinde şu ilkeler etken olmuştur: Öğretim üyesinin iyi bir hoca olması, yayınları bulunması ve bu yayınların bilimsel nitelik taşıması.448
Nitelikli elemanlardan oluşturulan İstanbul Üniversitesi, Tıp, Fen, Hukuk ve Edebiyat Fakülteleri ile öğretime başladı. Daha sonra bu fakültelere İktisat Fakültesi’de eklendi. Yeni üniversitede nakilciliğin yerini deney, gözlem ve uygulamalar aldı. Araştırma zihniyeti üniversiteye girmiş, yabancı dil ve yayınlar ön plâna çıkmıştır. Netice itibariyle kısa sayılabilecek bir dönemde İstanbul Üniversitesi Batı standartlarında bir üniversite olarak bilim âleminde yerini almıştır.
Yeni üniversitenin özelliklerinden biri de İnkılâp Tarihi Enstitüsü kurulmasıdır. Üniversite gençliğinin inkılâpları özümsemiş olarak yurt hizmetine atılmalarını hedef alan Cumhuriyet  idaresi, mezun olabilmek için Enstitü’ye devam etme ve geçerli not alma mecburiyeti getirmiştir. Yeni üniversitenin diğer bir özelliği de üniversitenin ülkenin meseleleriyle ilgilenmesi için toplumla ilişkilerini güçlendirmesi için bir çok enstitü kurulmasıdır. Yeni üniversite halk konferansları ve üniversite haftaları düzenlemek suretiyle halka açılmaya çalışmıştır.
Üniversitenin kapasitesi artırılmış ve kaliteli öğretim yolu açılmıştır. Kapasite artırılması sonucu olarak gelir kaynakları sınırlı olan halk çocukları da yüksek öğrenim imkânına kavuşmuşlardır. Böylece yeniden yapılanma hamlesi içindeki cumhuriyet idaresi ihtiyacı olan inkılâpçı kadroyu yetişme imkânını bulmuştur.
Atatürk’ün gerçekleştirdiği üniversite reformu neticesinde oluşan İstanbul Üniversitesi Türkiye’de üniversite öğretiminin kaynağı olmuştur. Buradan yetişenler, başta Ankara Üniversitesi olmak üzere daha sonra kurulan üniversitelerin öncüleri olmuşlardır.
Atatürk, üniversiteleri Türkiye’nin kültür birliğini oluşturacak kuruluşlar olarak düşünmüş ve 1930’lardan itibaren hız verdiği millî kültür politikasının bir aracı olarak çağdaş bir yapıda oluşmalarına büyük özen göstermiştir. Günümüzde mevcut akademik araştırma ve çalışma düzeni akademik potansiyel, çağdaş medeniyet ve kültüre bakış açısı Atatürk’ün gerçekleştirdiği üniversite reformunun bir sonucudur449.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder