D) Uzun Bekleyiş: Zaman Kimin İçin Çalışıyor?
Yunanistan askerî bakımdan zafer umudunu yitirmiş, kendini müttefiklerinin eline bırakmıştı. İstediği şey “ Türk denetiminden çıkan yerlerin tekrar Türk yönetimine katılmaması” ilkesine uyulması ve azınlık haklarının korunması için özel tedbirler alınmasına Türkiye’nin zorlanmasıdır.
Bu gelişme üzerine İngiltere Dış İşleri Bakanlığı Sèvres Antlaşmasının gözden geçirilmesi için Paris’te bir konferans düzenlemeye karar verdi. Amaç, Yunanistan’ı diplomatik önlemlerle kollamak ve İngiliz çıkarlarını korumaktır. Bunun için Lord Cuzon İngiliz Bakanlar Kurulu’na gizli bir muhtıra sundu. Bu plan Sèvres’e göre şu değişiklikleri teklif etmekteydi:
1. İzmir Yunanistan’a verilmeyecek, Saar gibi uluslararası beş kişilik bir komisyonca yönetilecek, bunların ikisi Türk, ikisi Yunanlı başkanı da tercihen ABD’li olacaktı. Bölge on beşyıl süreyle komisyonca yönetilecek, sonra halk oylaması yapılacak, Türk bayrağı kalacak, ahali Türk vatandaşı sayılacak. Barıştan sonra Yunanistan ordusu çekilecekti.
2. Doğu Trakya Yunanistan’da kalacak, Sèvres sınırı Çatalca’dan Çorlu civarına, Tekirdağ batısına alınacaktır. Edirne, Kırklareli, Tekirdağ, Gelibolu Yarımadası Yunanistan’da kalıyordu.
3. Barış antlaşması yapılınca İstanbul boşaltılacaktı. Boğazlar üzerindeki müttefik müdahale ve kontrolleri hafifletilecek, Boğazlar Komisyonu üyeleri milletler cemiyeti tarafından atanacak, Boğazlardaki askersiz bölgenin sınırları biraz daraltılacaktı. Müttefik garnizonlar İstanbul’dan Çanakkale ve Gelibolu’ya çekilecekti.
4. Adana ili, Antep ve Maraş dahil, Kilikya bölgesi özel bir rejime tabiî olacak, (1861 Lübnan statüsü gibi), tercihen bir Fransız genel vali tarafından yönetilecekti.
5. Maliye, askerlik, adliye, iktisatla ilgili konularda bazı değişiklikler yapılacaktı. Bunların Türklerce kabul edilmemesi halinde zorlayıcı önlemlere başvurulacaktı.
İngiliz Bakanlar Kurulu tasarıyı onayladı, Yunanistan da kabul etti. Öneri Fransa’ya sunuldu, Fransa’ya göre İzmir kesinlikle Türkiye’ye bırakılmalı, Yunan ordusu Anadolu’dan çekilmeliydi. Doğu Trakya’nın büyük bir kısmı Türklere geri verilmeliydi. Askersiz mıntıkayı Türkler kabul etmezdi. Türkiye Boğazlar Komisyonuna alınmalıydı. Azınlık konularına Türklerin kabul edeceği bir şekil verilmeli, malî, askerî, iktisadî ve adlî konularda başka değişiklikler yapılmalıydı. Fransa, barış antlaşmasının silah zoruyla Türklere kabul ettirilmeyeceğini, başarısızlık halinde, Arap krallıklarında ve Hindistan’da bağımsızlık hareketlerinin güçleneceğini ileri sürüyordu.
Halbuki, İngiliz Dışişleri Bakanlığı Yunan ordusunun Anadolu’daki varlığını bir baskı unsuru olarak kullanmak istiyor, Mustafa Kemal’i devirmeye yönelik değişik senaryolar üretiyordu. Sakarya’dan sonra Türkler taarruzu geciktirdikçe, İngiliz Hariciyesi, zamanın İngiltere çıkarına çalıştığı, Anadolu’da Büyük Millet Meclisi’nde muhalefetin güçleneceği kanısını taşıyor, hatta İttihatçılarla anlaşarak, Padişahın otoritesini güçlendirmek, nispeten ılımlı bir barış projesiyle İstanbul yönetimini egemen kılmayı amaçlıyordu. İngiliz Dışişleri, Türkler saldıramadıklarına göre, Anadolu’nun boşaltılması mümkün olduğu kadar, geciktirilmeli ve bu çıkmaz durum devam ettirilmelidir. Sonuç olarak İngiltere’nin istediği barış her iki tarafa kabul ettirilmelidir görüşü ağırlık kazanmıştı289.
Müttefik Dışişleri bakanlarının Türkiye barışı için Paris’te toplanacakları duyulunca, Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti kendi görüşlerini açıklamak, Batı basınında Türk davasını izah etmek maksadıyla Dışişleri Bakanı Yusuf Kemal’i İstanbul yoluyla Avrupa’ya gönderdi. Yusuf Kemal, Padişah ile görüşmesinde “... Büyük Millet Meclisi ne komünisttir, ne de cumhuriyetçidir. Büyük Millet Meclisi, Makam-ı Mualla-yı Hilâfeti tanır ve Zat-ı Hümayunlarından kendisinin tanınmasını istirham eder” diyerek Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin tanınmasını istedi. Padişah bu sözlerden memnun olmakla beraber, birleşme konusunda “milletle kendi arasına menhus Yunanlıların girmiş oldukları için, bunlar defedilmedikçe, bu cihete gitmek muvafık olmadığını zannettiğini, çünkü o zaman bütün tazyik merkeze tevcih edileceğini” ifade ederek olumlu bir cevap vermedi. Vahidettin, Mustafa Kemal’in kendisine sunduğu paha biçilmez teklifi değerlendiremediği gibi, Hükümetinin Dışişleri Bakanını da Avrupa’ya gönderdi.
Yusuf Kemal Bey, 1922 Martında Paris ve Londra’da ilgililerle görüştü ise de olumlu bir sonuç alınamadı290. İngiltere, Türkiye’nin haklı isteklerini kabul etmekten çok uzaktaydı.Üç müttefikler 22-26 Mart 1922 tarihlerinde Paris’te Sèvres’i tadil etmek maksadıyla toplantı yaptılar. Aldıkları karar özetle şunlardır: Ateş kesilecek, her iki tarafın birlikleri arasında on km. lik askersiz bir bölge oluşturulacak, birliklerin durumunda değişiklik yapılmayacaktır. İtilâf Devletleri’nin askerî komutanları birlikleri ve askerî durumu denetleyebilecekler, çarpışmalar üç ay süre ile durdurulacak ve bu durum barış için yapılacak ön görüşmeler taraflarca kabul edilinceye kadar üçer aylık sürelerle kendiliğinden yenilenecektir. Taraflardan biri yeniden savaşa başlamak isterse, ateşkes süresinin bitiminden en az on beş gün önce, karşı tarafa ve İtilaf Devletleri Temsilcilerine durumu bildirecektir291.
Üçler, 26 Mart 1922 tarihli bir nota ile de barışla ilgili tekliflerini bildirdiler. Bu teklifler esas itibarıyla daha önce bahsettiğimiz İngiliz barış projesinin, ufak tefek değişiklikler hariç hemen hemen aynısıydı.
Ateşkes tasarısı Yunanistan’ı kollamaktaydı. Dolayısıyla Yunanlılar tarafından hemen kabul edildi. Mütareke, Türk Ordusu’nu hareketsiz bırakıyor, Anadolu’nun boşaltılmasını mahiyeti belirsiz barış şartlarının peşinen kabulüne bağlıyordu. Türkiye’ye zararlıydı. Bununla beraber Mustafa Kemal teklifi hemen reddetmedi. Çünkü bir süreden beri Meclis’de güçlü bir muhalif grubu oluşmuştu. İngilizlerin ve Padişah’ın ümitle baktığı292 bu grup mevcut yönetimi her vesileyle kıyasıya eleştiriyor, ikide birde ordu neden taarruz etmiyor, taarruzla düşmanı vatan topraklarından atamayacak durumda ise, meseleye neden siyasî bir çözüm aranmadığını soruyordu. Dolayısıyla Mustafa Kemal karşı teklif olarak, dört aylık bir ateşkes dönemi içinde, Anadolu’nun boşaltılmasını, şayet bu süre içinde boşaltma işi sonuçlanmazsa, sürenin üç ay daha uzatılmasını; ilk on beş gün içinde Eskişehir-Afyon hattının boşaltılmasını, boşalan yerlerin on beş gün içinde Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti’ne devredilmesini, bu şartların kabulü halinde Ankara’nın belirlenecek yere üç hafta içinde temsilciler göndermeye hazır olduğunu bildirdi292.
İngiliz yetkililer, barıştan önce Anadolu boşaltılırsa, Türkler barış masasında güçlü olarak otururlar, belki İstanbul ve Trakya’ya yürürler görüşündeydiler. Dolayısıyla Ankara’ya verdikleri cevapta: Anadolu’nun hemen boşaltılmasını kabul edebileceklerini zannetmediklerini, boşaltmanın ancak tespit edilen barış şartlarının tamamen kabulüyle başlayabileceğini, saklı tutulan bazı özel noktalar için de Ankara’nın delege göndermesini istiyorlardı. Buna göre Yunan Ordusu’nun Anadolu içinden çekilmesi, içeriği belirsiz barış şartlarının kabulüne bağlanıyor, buna mukabil Türk Ordusu’nun hareketi durduruluyordu. Anlaşılan, Büyük Britanya Yunanistan için zaman kazanmak istiyordu. Mustafa Kemal durumu anlamakla beraber, barış yolunu kapamak istemedi. 22 nisan 1922 tarihli nota ile, neden mütareke ile boşaltmanın aynı zamanda başlanması gerektiğini açıkladıktan sonra, daha fazla kan dökülmemesi için, gerekli müzakerelerde bulunmak üzere, İzmit’e temsilcilerini göndermeye hazır olduğunu bildirdi. Mustafa Kemal’in barış çabası uzun süre karşılıksız kaldı. Türk teklifini benimseyen Fransa, İngiltere’yi olumlu cevap vermesi için Mayıs’tan Ağustos ortalarına kadar zorladı. İngiltere nihayet 18 Ağustos 1922’de verdiği cevapta, Venedik’te yüksek Komiserlerin katılmasıyla resmî olmayan bir toplantı yapılmasını kabul ediyor, fakat Yunan Ordusu’nun Anadolu’yu boşaltması tarihinin öne alınması hususundaki Müttefik teklifinin zaman aşımına uğradığını bildiriyordu. Ne olmuştu? Neden İngiltere 1922 Martındaki teklifinden vazgeçiyordu? Bu arada durumu değiştirdiği sanılan faktörler nelerdi?
Anadolu’nun boşaltılması tartışmaları yapılırken, bir taraftan da kamufle edilmiş bir formülle Yunanlıları Anadolu’da bırakma formülleri geliştiriliyordu.
Bu düşüncenin kaynağında Etniki Amina (Millî Savunma) hareketi vardı. Bu 1920 Kasım’ındaki seçimlerden sonra, Venizeloscu ve kral muhalifi çevreler ve Anodolu’daki birliklerinden ayrılan 200 kadar subayın oluşturduğu bir hareketti. Hareket merkezi İstanbul olmakla beraber, Anadolu’da işgal altındaki yerlerde de taraftarlar edinmekteydiler. Bunlar, 1916’da Selanik’te oluşturdukları gibi, Atina’dan ayrı bir yönetimi Anadolu’da İyonya Devleti adı altında bir tampon devlet oluşturulmasını savunuyorlardı293.
Anadolu’nun Yunan Ordusu tarafından boşaltılması gündeme geldikçe, Venizelos tarafından da desteklenen bu görüş, İngiltere ve Yunanistan’da destek bulmaya başladı. Daha 18 Haziran 1921’de büyük Yunan saldırısından önce Lord Curzon savaşın sona erdirilmesi şartlarından biri olarak İzmir bölgesine “özerklik” verilmesini savunmuştu. 17 Ağustos 1921 de, Yunanlılar işgal altındaki Anadolu topraklarında Yunan askerî idaresi kurmuşlardı. Sakarya’dan sonra Yunanlılar bu idareyi sivil idareye dönüştürmek için temaslara girmişlerdi. Aralık 1921’de, bu bölgede padişaha gevşek bağlarla bağlı “Batı Anadolu Özerk Devleti” kurulması bahis konusu olmuştu. 1922’de Curzon İzmir için özerk yönetim isteyince bu fikir daha da gelişti. Anadolu’nun boşaltılması halinde, Osmanlı tebaası olup Yunan Ordusu saflarında çarpışan otuz beş bin Rumun ve ailelerinin de gelecekleri bahis konusu oluyordu. Dolayısıyla Mikro Asia-Küçük Asya hareketi, Anadolu Hristiyanlarının kendi kaderlerine terk edilemeyeceğini ileri sürdü. Böylece Bandırma-Kuşadası ve Gelibolu’yu içine alacak bir İyonya Devleti projesi ortaya çıktı.
Londra’da Venizelos’un devreye girmesiyle İngiltere’de Mikro-Asia hareketini siyasî bakımdan desteklemeğe başladı. Böylece İngiltere 1922 Martındaki tekliflerinden ayrılmış oluyordu. Durum olgunlaşınca, Yunanistan 14 Temmuz 1922’de şimdilik Anadolu’da olan hiç bir Yunan kuvvetinin çekilmeyeceğini ve İzmir Bandırma arasındaki bölgenin yeniden örgütleneceğini “çok gizli” kaydıyla Londra’ya bildirdi. Maksat boşaltmadan sonra yaşayacak olan özerk bir hükümetin temelini atmaktır. Tasavvur edilen devlet Çanakkale’nin iki sahilini de kapsamaktaydı. Bu çözüm İngiliz çıkarlarına, özellikle uygun düşmekteydi. Yunanistan’ın Anadolu Yüksek Komiseri Stergiades 30 Temmuz 1922’de Anadolu özerk yönetimini ilân etti.
Haber Fransa’da açık veya kapalı bir İngiliz tertibi gibi görülerek tepki yarattı. İtalya olayı protesto etti. Parlemento’da İngiliz Başbakanı’na bu konuda sorular yöneltildi. Lloyd George 4 Ağustos 1922 tarihli talihsiz demecinde “...Anadolu’nun bu bölgesinde azınlıkları etkin bir şekilde korumak gerekmektedir.... Himaye bu belli bölgedeki hükümetin anayasası biçiminde kâfi bir himaye olmalıdır.” Sözleriyle kamufle edilen İyonya Devleti’nin kuruluşuna yeşil ışık yakmaktaydı294.
Bu gelişmeler olurken İstanbul Hükümeti can derdine düşmüştü. Sadrazam Tevfik Paşa 1922 Martında, Padişah’ın buyruğu ile İngiltere’ye gizli bir anlaşma teklif ediyordu (25. III 1922. )Buna göre, Türkiye bütün milletlerin yararına Boğazların tarafsız olarak serbestliğinin korunmasını İngiltere’ye verecektir. Bölgedeki Türk Jandarması ile lüzumlu toprak şeridi İngiltere’nin yönetimine bırakılacaktır. Buna karşılık Edirne’nin geri verilmesi sağlanacaktır. Padişah anlaşmayı hemen imzalayacak, anlaşma gizli tutulacaktı. İngiltere müttefiklerinden ayrı bir anlaşma yapamayacağı gerekçesiyle teklifi 1.IV. 1922’de geri çevirdi. Aslında İngiltere Boğazların denetimini yeni hazırlanacak antlaşma ile ele geçireceğinden emin olduğundan böyle bir teklifi kabul etmekte yarar görmüyordu. Ümitsizliğe düşen Padişah, 6 Nisan 1922’de tek başına İngiliz Yüksek Komiseri ile görüştü. Padişah, İngiltere’den Anadolu’da boşaltılacak toprakların İstanbul Hükümetine devredilmesini, Edirne’nin verilmesini, Kemalistlerin kozlarının ellerinden alınmasını, ayakları altındaki topraklarını kaydırılmasını, Ankara’daki kanunsuz kuruluşa karşı kendisine yardım edilmesini istiyordu295.Bu tutum Padişah’ın ateşkesin başından beri izlediği politikaya uygun düşüyordu. Vahidettin o günkü şartlar altında, tek geçerli yolun yakındoğu’da en güçlü süper devlet olan İngiltere’nin desteğini kazanmak ve onun hoşgörüsü ile kurtarılması mümkün olan kurtarmaya çalışmak olduğuna inanmaktadır. Bu yanlış teşhis, 1919 Martında Padişah’ı İngiliz himayesini istemeye kadar götürmüştü. Vahidettin İngiliz Yüksek Komiseri ile yaptığı 7 Ağustos 1922 tarihli görüşmede de, Batı Anadolu’da başlatılacak yerlerin İstanbul yönetimine devredilmesini, Yunanlılar Anadolu’dan çekilirse, Kemalistlerin mevcudiyet sebebinin kalmayacağını, dolayısıyla Müttefiklerin meşru hükümete yardım etmelerini istedi. Yüksek Komiser, Padişah’ın Ankara’daki görüş ayrılıkları üzerinde hesaplar yaptığını, Mustafa Kemal’in muhalifleri, hatta Envercilerle temasa geçmesinin mümkün olduğu kanaatine varmıştı. Bu arada Ankara’da Türkiye Büyük Millet Meclisi’ndeki gelişmeler Rumbold’un kanaatini ve Padişah’ın hesaplarını takviye eder gibi görünüyordu. Zira Meclis 8 Temmuz’da İcra Vekilleri Heyeti’nin Meclis Başkanı tarafından aday gösterilmeden gizli oyla seçilmesini kabul etmiş, 12 Temmuz’da Rauf (ORBAY) Bey İcra Vekilleri Heyeti Başkanlığına seçilmiş, 13 Temmuz’da da Adnan (ADIVAR) Bey Meclis İkinci Başkanlığına getirilmişti. Ankara’da “İkinci Grup” ağırlığını hissetiriyordu. Bu gelişmeler, İngiltere’nin Mustafa Kemal’in içerden devrilebileceği yolundaki ümit ve temennilerini bir dereceye kadar destekliyor gibi görünüyordu296.
Sonuç itibarıyla 1922 Ağustos’una gelindiğinde, İngiltere Dışişleri Bakanlığı şu kanıya varmıştır: Yunanistan’ın saldırı gücü kalmamıştır, fakat Ankara Hükümeti’nin Yunanistan’ı silâh zoruyla Anadolu’dan atmasına imkan yoktur. Savaş askerî açıdan bir çıkmaza girmiştir, Ancak “ kazananı olmayan bir zafer mümkündür. Dolayısıyla yakındoğu meselelerine çözüm askerî değil, siyasî yoldan bulunacaktır”. Düşünülen siyasî çözümün esasını, Batı Anadolu’da Çanakkale ve Gelibolu’yu da içine alacak “özerk bir yönetim” oluşturmak şartıyla Yunanistan’ın Anadolu’dan çekilmesi, Trakyada Türklere biraz ödün verilmesi, Sèvres’in bazı maddelerinin önemsiz ölçüde hafifletilmesi şeklinde düşünülmektedir. Böylece Lloyd George’un mimarı olduğu Yunanistan’ın Anadolu macerası, İngiltere’nin çıkarlarına uygun ölçülerde, her iki tarafa da kabul ettirilebilecektir.
Bütün bu hesaplar ve hazırlıklar yapılırken Mustafa Kemal, vatan topraklarını kurtaracak adil bir barışın koşullarını görüşmek üzere, İzmit’te bir konferans toplanmasına dair yapmış olduğu teklifin cevabını, 22 Nisan 1922’den beri beklemekteydi. Hiçbir şeyi tesadüfe bırakmayan yaradılışı gereği, Mustafa Kemal bir taraftan da var gücü ile orduyu taarruza hazırlıyordu. Başkomutan 1922 Haziran’dan beri taarruz kararını vermişti. Fakat son bir defa barış kapısını zorlamaya karar verdi. Bu maksatla arkadaşı Fethi (OKYAR) Bey’i Fransa ve İngiltere’ye gönderdi. Gazi Mustafa Kemal, bu görevden ne amaçladığını Fethi Beye şu sözlerle açıklamıştı: “Misak-ı Millî esasları üzerinde bir barışın, bugünkü şartlar içinde mümkün olup olmadığını, memlekete ve cihana ispat etmek... Bu mümkün olabilirse kan dökmeden ve zaman kaybetmeden gayemize erişmiş oluruz. Fakat karşımızdakilerin bizi oyaladıklarını, yorup bıktırmak istediklerini, imkânlarımız sınırlı olduğundan yeise kapılıp mümkün mertebe Sevr’e yakın şartlarla sulh masasına oturtmaya zorlamak niyetinde olduklarını biliyorsun. Ama bunu sadece bizlerin bilmesi kâfi gelmiyor. Hasretini çektiğimiz barış ve huzur ancak Yunan Ordusu’nun mahvolması ile mümkün. Eylül ayı ortalarına kadar bilhassa bir İngiliz müdahalesinden emin olmam şart....”
Fethi bey önce Roma’ya uğrar. İtalya ile pürüzlü bir konu kalmamıştı. Çünkü onlar 1921 sonlarında Anadolu’da işgal ettikleri yerleri terketmişlerdi. İtalya Dışişleri Bakanı Fethi Bey’e “Sizi tatmin edecek bir barış için ne Paris, ne de bilhassa İngiltere’ye güvenmeyin. Onların amacı zaman kazanmaktır” demiştir. Londra’ya giden Fethi Bey Lord Curzon’la görüşme imkânı bulamadı. Bunun üzerine bir basın toplantısı ile Ankara’nın görüşlerini basına aktardı. Fethi Bey düşmanın anavatandan çıkarılarak zaferin mutlaka temin edileceğini, fakat daha fazla kan dökülmemesi için her türsü siyasî müzakereden kaçınılmayacağını, Meriç’in tabiî ve haklı bir hudut olduğunu, Irak hakkında tatmin edici güvence vermeğe hazır olduğunu açıkladı. Mustafa Kemal bir kere daha mütevazı ve âdil bir barış için elini uzatıyordu. Fethi Bey birkaç girişimine rağmen, Lord Curzon’la görüşemedi. Büyük Britanya şimdi müzakere istemiyordu. İngiliz Başbakanı 4 Ağustos’taki talihsiz demeciyle İngiltere’nin görüşünü ortaya koymuş bulunuyordu. Türk barış girişimi, Londra’da bir güçsüzlük belirtisi olarak algılanıyordu. Her ne kadar Fethi Bey 14 Ağustos’da İngiliz Dışişleri memurlarına geniş açıklamalarda bulundu ise de, olumlu bir sonuç elde edemedi. Durumu Ankara’ya “Millî maksatlarımızın sağlanması ancak askerî faaliyetlerle mümkün olabilecektir” mesajını ulaştırdı. Londra’da Doğu barışını yapmak için bir arzu görünmüyordu. Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın barış isteyen eli bir kere daha havada kalmıştı297.
V. Yeni Devlete Yeni Lidere Hayat Veren Zafer: Büyük Taarruz
A. Hazırlıklar ve Harekât Plânı
Başkomutan Mustafa Kemal, Millî Mücadele’nin başından beri, tam bağımsız bir devlet yaratmak için tek geçerli yolun “düşmanı vatanın bağrında boğmak” olduğuna inanıyordu. Bu ise ancak taarruzla mümkündü. Taarruz yüksek ateş gücü ve sayıca üstünlüğü, hareket ve manevra kabiliyetini gerektiriyordu. Halbuki Türk Ordusu hem sayıca hem de ateş gücü bakımından istilâcı ordunun yarı gücüne bile ulaşamamıştı. İlk iş olarak hiç değilse düşman ordusuna denk bir askerî güç meydana getirmek, neticeyi askerîn kahramanlığı, yurt sevgisi ve kumanda üstünlüğü ile elde etmek gerekiyordu. Gazi Mustafa Kemal Paşa, Meclis’deki İkinci grup milletvekillerinin Başkomutanlık yasası konusunda çıkardıkları zorluklara ve taarruz için ısrarlı baskılarına direndi. Haziran ortalarına kadar ülkenin bütün imkânlarını, topyekûn bir savaş stratejisi içinde kullanarak orduyu, düşman ordularına denk bir konuma getirdi. On ay boyunca ordu devamlı eğitilerek kesin sonuçlu bir saldırı için hazırlandı.
Bu dönemde Yunan ordusu esas ağırlığı ile Eskişehir-Afyon arasında, İzmir ve Bursa yollarını kapatacak bir şekilde üç kolordu halinde örgütlenmişti. Kolordulardan biri, Afyon’un Doğu ve Güneyini korumak için Afyon’da, diğer kolorduda Seyitgazi’den Sakarya’ya uzanan bölgede Eskişehir’i örtmekte, üçüncü bir kolordu da her iki kolordunun ortasında Döğer-İhsaniye bölgesinde konuçlanmıştı.
Cephenin en hassas yanı , Afyon güneyinde Erkmen tepelerinden Ahırdağlarına uzanan kesimdi. Ancak bu bölge Yunan cephesinin en iyi berkitilen yerlerinden biriydi.
Mustafa Kemal’in plânı istilâcı düşmana Anadolu’da başka bir yerde tutunma imkânı vermeden yok etmek esasına dayanıyordu. Bunun için düşünülen plân, düşmanı Eskişehir-Afyon hattında tutmak, kalan kuvvetlerle Afyon güneyinde bir ağırlık merkezi oluşturmak ve o mıntıkadan saldırarak Yunan Ordusu’nu İzmir yönünden kuzeye atarak yok etmek esasına dayanıyordu. Bu maksatla Afyon güneyinde on iki kilometrelik Erkmen Tepe, Belen Tepe, Tınaz Tepe bölgesi, cepheyi yarma yeri olarak saptandı. Saldırının başarısı, bu bölgede sayı ve ateş gücü üstünlüğü sağlanmasına bağlıydı. Başarı, normal olarak üç misli bir güç üstünlüğü ile mümkün olabilirdi. Halbuki Türk Ordusu sayı ve ateş gücü itibarıyla ancak düşmanla eşite yakın bir duruma gelmişti. Dolayısıyla saldırı cephesinde yüz on bin kişilik bir ağırlık merkezi yaratıldı. Buna karşılık Eskişehir-Afyon hattını tutan ikinci ordu, elli bin kişilik bir güçle karşısındaki birliklere karşı koymak ve saldırmakla görevlendirildi. Başarı, güneyde yapılan yığınağın düşman tarafından fark edilmemesine ve saldırının baskın şeklinde yapılmasına bağlıydı. Dolayısıyla, askerî birlikler güneye geceleri kaydırılarak, gizliliğe büyük ölçüde özen gösterildi. 25 Ağustos’ta bütün hazırlıklar tamamlanmıştı. Başkomutan Afyon güneyinde Kocatepe’de orduların başındaydı. General Papulas’tan sonra Anadolu kuvvetlerine komutan olan Hacıanestis ise, savaş meydanından 350 km uzakta İzmir’de bulunmaktaydı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder