3. Arap Kökenli Alfabeyi İyileştirme Çabaları
Türkiye Türkçesinin Lâtin harfleri ile yazılması, XV. ve XVI yüzyıllarda Avrupalıların Osmanlı ülkesinde elçilik ve konsolosluklar açmasıyla başlar. Ticari ilişkiler ve Türkiye’ye karşı ilgi artar. Türklerle iş yapmak isteyen kişiler çeviri yazı yolunu kullanırlar. Bu amaçla Türkçe gramerler kaleme alınır. Bunlardan biri de İbrahim Müteferrika tarafından 1730’da basılır.
Tanzimat’tan önce açılan askerî okullarda Lâtin harfleri gündeme girer. 1827’de açılan Askerî Tıbbîyede öğretim dili olarak fransızca kullanılır. 1834’lerde artık yerleşik duruma giren Avrupa’da ki Osmanlı Elçilik mensupları, gittikleri yerin dilini öğrenmekle görevlendirilmişlerdir. İstanbul’da tercüme odasında yabancı dil öğrenilir. Böylece Avrupa ile ve Lâtin alfabesiyle gittikçe ilişki artar.
Konunun gündeme oturması, gazetenin Osmanlı ülkesinde özel sektör kanalıyla yaygınlaşmaya başlamasıyla olur. Bilindiği gibi Osmanlı’da resmi olmayan gazeteler 1860’larda ortaya çıkarlar. Gazetenin amacı çok okuyucuya ulaşmaktır. Bu ise okur-yazar sayısı ve eğitimle ilgilidir. Nitekim bu konudaki ilk tartışmalar 1860’larda başlar.
Daha sonra Maarif Nazırlığı da yapan Münif Efendi (Paşa) kurucusu olduğu Cemiyet-i İlmiye-i Osmaniye’de 12 Mayıs 1862’de bir konferans verir. Söylediklerinin özeti şudur: Arap harfleri ile okumak yazmak zordur. Avrupa’da küçük çocuklar kısa bir zamanda okur yazar hale gelmektedir. Bunun çaresi, kelimeleri olduğu gibi yazıp alt ve üstlerine harekeler koymak, ikinciside harfleri ayrık yazmaktır. Ayrık harf kullanması basım işini de kolaylaştıracaktır.
Arap kökenli alfabeyi ıslah konusu Azerbaycanlı Ahundzade Mirza Fethali ile 1863’de bir daha gündeme gelir. Adı geçen harflerin ıslahı teklifini İstanbul’da sadrazama sunar. Konu Cemiyet-i İlmiye-i Osmaniye’de tartışılır. Ahundzade, alfabe işinin dinle bir ilgisi olmadığını, Arap harfleri ile yazılanların birkaç türlü okunabildiğini, bunun okuryazarlığı güçleştirdiğini belirtmiş, tasarladığı yeni harfler benimsenirse, bu sakıncaların giderebileceğini, öğretimin yaygınlaşacağını savunmuştur. Toplantılarda Arap alfabesinin Türçeyi yazmağa elverişli olmadığı, ıslah edilmesi gerektiği benimsenmiştir. Ancak tasarı faydalı olmakla beraber gerçekleştirilmesindeki “azim müşkilât” ve eski islâmi eserlerin unutulmasına yol açacağı gerekçeleri dolayısıyla kubulünün imkânsız olduğuna karar verilir.371
Tanzimat aydınlarından Şinasi, Namık Kemal ve Ali Suavi de alfabe ıslahı konusuyla ilgilendiler. Bunların üçü de aynı zamanda gazeteci olduklarından işin pratik zorluğunu bilen kişilerdi. Şinasi baskıda dörtyüz kadar harf adedinî 112’ye indirmiştir.
Ali Suavi’de Arap harflerinin yetersizliğini belirtmiş ama onların değiştirilmesini hiç düşünmemiştir. Sadece dilin sadeleştirilmesi, yabancı kelimelerin atılması ve imlâyı biraz düzeltmekle işin çözümleneceğini ileri sürmüştür.
Namık Kemal’de dile uymayan harflerin düzeltilmesini ama onların terkedilmemesi gerektiğini savunur. Ona göre yazıyı değiştirme eski eserlerden yararlanmayı engelliyecektir. Herkes yeniden okuma yazma öğrenmek zorunda kalacaktır. İmparatorluğun islâmî birliği tehlikeye girecektir.
Bu arada bazı Arnavutlar 36 harften oluşan Lâtin alfabesi kökenli bir alfabe kullanmaya başlamışlardı. 1908’de bu alfabe gözden geçirilerek ufak tefek değişiklikler yapıldı. Müslüman Arnavut ileri gelenleri bunun şeriatça uygun olup olmadığı Şeyhâlislâmlıktan sordular. Verilen cevapta “Lâtin harfleri ile İslâm mekteplerinde tedrisat yapılmasına asla cevaz-ı şer’i olmayacağı” bildirilmiştir. Özetle daha Tanzimat döneminde Arap yazısı tartışılır hale gelmiştir372.
II. Meşrutiyet’le birlikte oldukça yoğun bir alfabe tartışması yaşandı. Meşrutiyetin ilk yıllarında ki hürriyet havası içinde her şey enine boyuna tartışılır. Bu tartışmalardan üç eğilim ortaya çıktı. 1. Arap alfabesini Türk fonetiğine uyacak şekilde ıslah etmek 2. Doğrudan doğruya Lâtin alfabesini almak 3. Eski Türk Orhun alfabesini veya Uygur alfabesini almak.
Islahatçılara göre Arap harflerinin ayrık yazılması ve bunlara sesli harfler eklenmesiyle sorun çözülebilecektir. Ancak Türkçe kelimeler ve Arapça kelimelerin nasıl yazılacağı hakkında aralarında görüş birliği yoktu. Bu fikrin öncülüğünü yapan Milaslı Dr. İsmail Hakkı, görüşlerini bir kitapçıkta açıklar.
Servetifünuncular ise, “huruf-i munfasıla”ya karşı çıkarlar. Onlara göre, harfler bitişik yazılmalı, sesliler gösterilmelidir.
Kılıçzade Hakkı ve arkadaşları Arap elifbasının iflâs ettiğini, imlâsının tükenmez zorluklarla dolu olduğunu, çarenin Lâtin alfabesini kabul etmek olduğunu, netice itibariyle Lâtin harflerinin her şeye rağmen galebe edeceğini yazarlar. Bu arada yazıyı ıslah için resmî ve özel kuruluşlar ortaya çıkar. Tartışmalar gittikçe sıcaklaşır.
Lâtin alfabesini savunan gazeteci Celâl Nuri Arap alfabesinin Sami dillere uygun olduğunu, ilerlemek için tek çarenin vakit geçirmeden Lâtin alfabesini almak olduğunu kitap ve makalelerle savunur.
Hüseyin Cahit (YALÇIN) ise kullanılan harflerin Türklük ve Müslümanlıkla ilgisi olmadığını bu itibarla Arnavutlar Lâtin alfabesini alırlarsa kısa bir zamanda ilerliyeceklerini buna engel olunmamasını, imkânı varsa bunu “bizlerin de” kabul etmesi gerektiğini ileri sürer.
İçtihad dergisinde Dr. Abdullah Cevdet de Lâtin alfabesini cesaretle savunur.
Ama aydın kesimin çoğunluğu Arap alfebesinin ıslahından yanadır.373
İttihat ve Terakki’nin güçlü adamı, Enver Paşa Harbiye Nazırı olunca, ayrık harflerle ve sesli harfler ilâve edilen alfabeyi uygulamaya koyar. “Enver Paşa yazısı” veya “Ordu alfabesi” denilen bu yazı düzeni orduda kullanılır. Fakat uzun ömürlü olmaz. Savaş başladıktan sonra terkedilir. O zaman karargâh da çalışan İsmet (İNÖNÜ) olayı şöyle anlatır. “Ben 1. şube Müdürü idim. Hafız Hakkı, Erkânı Harbiye İkinci Reisi. Vazife için yanına giderim. İmzaya götürdüğüm evrak, hep yeni imlâ ile yazılmış. Kağıtları önüne koyar. Anlatırım. Hafız Hakkı, kağıtları okumaz, bana bakar. “Canım sen anlat, bunun içinde ne var?” der. Çünkü kendisi okuyamıyor. Bunun üzerine ben anlatırım. Bir gün bana ‘getireceğim yazıları benim bildiğim yazı ile getir” dedi. İstediği bir evrakı iki ayrı yazı ile yazacağım. Birini kolayca okuyup anlayacak; ötekini de anlamış gibi imza edecek. İtiraz ettim. “yazamam dedim. Ben size başında söyledim. Yapamayacaksınız diye ikaz ettim. Şimdi ben sizin istediğinizi yapacağım ve bana da maiyetimde bulunanlar iki ayrı yazı ile evrak getirecekler. Böyle şey olmaz.”374 Savaş başlayanıca karışıklığa yol açacağı gerekçesi ile bu yazı şekli terkedilir. Eskiye dönülür.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder