Paris’ten sızan haberlerden İzmir’in Yunanlılara verilmesinin bahis konusu olduğu anlaşılmaktaydı. Yöre halkı bunu engellemek maksadıyla, Kolordu Komutanı Nurettin Paşa’nın desteği ile bazı dernekler kurmuştu. Bunlardan daha önce kuruluşundan bahsettiğimiz İzmir Müdafa-i Hukuk-i Osmaniye Cemiyeti, hükümeti uyarmaya çalıştı. Bölge halkını örgütlemek ve dayanışma sağlamak amacıyla 40’a yakın belediye başkanı ve müftünün katıldığı bir kongre topladı. Ancak müttefik temsilcilerinin kararı üzerine, Nurettin Paşa’nın görevden alınması, cemiyetin etkinliğini köstekledi. Valiliğe İngiliz yanlısı bir politika taraftarlarından olan İzzet Bey, komutanlığa da emeklilerden Ali Nadir Paşa getirilmişti. Diğer taraftan bir Yunan çıkarmasına karşı silâhla karşı koyma emrini veren Genel Kurmay Başkanı Fevzi Paşa da müttefik temsilcilerinin girişimi ile görevden alınmıştı74b. Böylece Yunan çıkarması halinde karşı konulmaması güvence altına alınmış oluyordu.
Harekâtı idare eden İngiliz Amirali Calthorpe, 14 Mayıs 1919’da Mütareke’nin 7. maddesi gereğince, İzmir istihkâmlarının müttefiklerce işgal edileceğini, saat 9’da Ali Nadir Paşa ve valiye bildirdi. İstanbul’da da Damat Ferit Paşa’ya aynı tebligat yapıldı. Kolordu Komutanı İstanbul’dan talimat istediğinde, Harbiye Nazırı, mütareke hükümlerine uygun isteğin yerine getirilmesi cevabını verdi. Komutan birliklere işgal hareketine karşı konulmamasını emretti.
Akşam verilen ikinci bir nota ile İzmir’in 15 Mayıs 1919’da Yunan kıtalarınca işgal edileceği, istenmeyen bir vakaya meydan verilmemesi için, askerlerin garnizonlarda toplu olarak bulundurulması, dışarı ile haberleşmeyi engellemek için telgraf merkezinin İngiliz kıtaları tarafından işgal edileceği, sükûn ve asayişin temininde limandaki müttefik donanmasının etken olacağı tebliğ ediliyordu. Kolordu Komutanı Harbiye Nezareti’nden talimat istedi. Şakir Paşa’dan “Vukuat mütareke ahkamı çerçevesinde cereyan ettiğine nazaran hareketinizi ona göre telif ve tatbik ediniz.” şeklinde bir cevap aldı. Vali ise bütün gayretine rağmen, Damat Ferit’den Meclis-i Vükela’dan bir karar almadıkça talimat veremeyeceği cevabını aldı.
Vali kendi inisiyatifiyle işgalin tercihen müttefik kuvvetlerince yapılmasını beyhude yere talep etti. 15 Mayıs erken saatlerde de Babıâli’den şimdiye kadar hiçbir talimat almadığını belirterek işgali protesto etti ve bu durumu bir askeri tedbir olarak telâkki ettiğini bildirdi. İzmir’in ertesi günü işgal edileceğini anlayan halk, heyecan içindeydi. Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin oluşturduğu Redd-i İlhak Heyet-i Millîyesi yayınladığı el ilânıyla, halkı maşatlıkta toplanmaya, İzmir’in Türk olduğunu göstermeye, çağırdı. Aynı zamanda çevre illere, “İzmir elden gidiyor. Bütün ümidimiz sizdedir. Vatan ordusuna katılmaya hazırlanınız.” telgrafı çekildi.
15 Mayıs sabahı saat 8’den itibaren müttefik donanmasının şehre dönük toplarının himayesinde, Yunan birlikleri İzmir’i işgale başladılar. Karaya çıkan birlikler, yerli Rumların taşkın ve coşkun gösterileri ortasında, İzmir Metropoliti Hrisostomos tarafından taktis edildikten sonra, Konak istikametinde yürüyüşe geçtiler. Efzon alayı “Zito Venizelos” naraları arasında Kemeraltı köşesini dönerken atılan bir kurşunla Yunan bayraktarı yerlere yuvarlandı. Rumlar panik halinde kaçışmaya başladılar. İlk şaşkınlığı attıktan sonra, Efzonlar silâha sarılıp etrafı taramaya başladılar. Özellikle Sarıkışla yarım saat tarandı. Sonra Kolordu Komutanı Ali Nadir Paşa, elinde beyaz teslim bayrağı olduğu halde, subay ve askerleriyle dışarı çıkarıldı ve ağır hakaretlere maruz kaldı. Türk askerleri “Zito Venizelos” diye bağırmaya zorlandı. Bağırmayanlar süngülendiler. Albay Süleyman Fethi Bey bağırmadığı için süngülenenler arasındaydı. Kafile yolda önce yerli Rumların saldırılarına, ardından değişik yerlerden yaylım ateşine tutuldu. Ağır kayıba uğrayan kafile, fırtına çıkması üzerine, kalabalığın dağılmasıyla, daha az kayıpla, Petris Vapuru’nun ambarına kapatıldı. Kente dağılan Yunanlılar ticarethaneleri, evleri yağmaladılar. İnsanları boğazladılar. İki gün süren bir terör sonucunda 2000’i aşkın Türk öldürüldü. Irza tecavüz, gasp ve yağma hareketleri birbirini kovaladı.
Özetle Hristiyan halkın can güvenliğini ve asayişi sağlamak maksadıyla, İzmir’e geldiğini iddia eden Yunan Ordusu, girdiği yerde tethiş ve terör havası getiriyordu.
İşin acı ve düşündürücü bir tarafı vardı. Yüksek Konsey, Yunan ordusunu İzmir’de huzur ve asayiş’i sağlamakla görevlendirirken, işgal bölgesinin sınırlarını tespit etmeyi unutmuştu! Amiral Caltrope’un çok acele talimat istediğine cevap, ancak 28 Mayıs’ta geldi. Ama bu arada Venizelos Yunan kıtalarına Aydın, Manisa ve Ayvalık’ı işgal emrini vermişti. Yunanlılar Manisa, Aydın, Ayvalık, Tire, Turgutlu, Ödemiş, Nazilli, Akhisar ve Bergama’yı işgal ettiler.
İstanbul’da hükümet şaşkınlık içindeydi. Babıâli İzmir işgalini, Bakanlar Kurulunca hazırlanan bir nota ile protesto etti. Notada, Paris Konferansı kararıyla 14 Mayısta İzmir İstihkâmlarının işgal edileceği bildirildiği halde, alınan haberlerden şehrin de işgal edildiği, bunun için bir sebep bulunmadığı ve nüfusunun çoğu Türk olan bu bölgenin Yunanlılara terkedilemeyeceği bildiriliyordu.75a. Hükümet 16 Mayıs’ta istifâ etti ise de yeni hükümeti kurmaya yine Damat Ferit Paşa memur edildi.
İşgal bütün yurtta protestolara, mitinglere yol açtı. Özellikle İstanbul’da 17,19 ve 23 Mayıs tarihlerinde düzenlenen mitinglerde Türkün hak ve adalet isteyen sesi heyecanla, coşku ile dile getirildi. Özellikle Halide Edip Hanım’ın şu unutulmaz sözleri toplu bir and içmeye dönüştü: “Türk’ün büyük ve şanlı tarihine ağlayan şu minareler altında beraber yemin ediniz ve benimle birlikte tekrar ediniz. Bayrağımıza, ecdadımızın namusuna, ataların emanetlerine, vatanın tek taşına ve bir karış toprağına hiyanet etmeyeceğiz.” Yüz bini aşkın kalabalık yemini coşku ve heyecan içinde tekrarladı.
Bu işgaller dayanılmaz acılar içinde kıvranan Türk halkında, barut fıçısına atılan kıvılcım görevini yaptı. Muazzam bir heyecan dalgası bir volkan misali bütün ülkeye yayıldı. Anadolu şehirleri ardarda yaptıkları mitinglerle işgali kabul etmeyeceklerini, dünyaya ilân ettiler. 1911’den beri aralıksız savaşan, cepheden cepheye koşan, yorgun ve barışa susamış çileli Anadolu halkı, âdil bir barış şöyle dursun, kendi öz yurdunda bile barınmasına imkân verilmeyeceğini gördü. Evini, barkını ve namusunu koruyabilmek, varlığını sürdürebilmek için biricik çarenin silâha sarılmak olduğunu anladı. Ancak bu toz duman içindeki bulanık havada sağduyulu yurtseverleri isabetle yönlendirecek, bir şefe ihtiyaç vardı. Bu şef olağanüstü bir şans eseri Samsun yolundaydı.
İzmir işgali, Mustafa Kemal’in yurdu kurtarmak için yapacağı girişimlerde halkı uyarmada ve tehlikenin büyüklüğünü göstermede canlı bir örnek oluşturmuştur.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder