Dilde Sadeleşme

F. Kültür Alanında Atılımlar

Atatürk döneminde kültür alanında atılımlar özellikle 1930’dan sonra yoğunlaştı. Bunun nedeni 1930’da yaşanan Serbest Cumhuriyet Partisi denemesidir. Muhalefet Partisi denemesi, halk ile idare arasında kan dolaşımı eksikliğini ortaya koymuştu. Dolayısıyla halk ile yönetim arasında diyaloğu kolaylaştıracak kültür kanalları açılması için ciddi bir gayret gösterildi. Bunun için halk ile bütünleştirmeyi kolaylaştıran dil ve tarih çalışmaları ile bizzat Atatürk ciddi bir şekilde meşgul oldu. Halk ile yönetim arasında köprü vazifesi görecek, halkın siyasi eğitimini sağlayacak halkevleri ve halk odaları oluşturuldu. “Kültürü geniş bir tabana yaymak suretiyle kültür bütünlüğünü sağlayacak” tedbirler alındı. Devlet ve fikir hayatını laik bir temele oturtmak faaliyetlerine devam edildi. “Kültürü milli tarih tabanına yerleştirmek ve yüksek öğretim kurumları çevresinde, bilimin rehberliğinde geliştirmek” için yeni kurumlar faliyete geçirildi.452

1. Dilde Sadeleşme: Osmanlıcadan  Arı Türkçeye

1930’lardan itibaren Atatürkün bizzat sürekli ilgilendiği alanlar dil ve tarih meseleleridir. Onun dil konusu üzerinde ısrarla durmasının çeşitli nedenleri vardır. Her şeyden önce iktidar benimsediği halkçılık ilkesi gereği “anlaşılır” olmak zorundaydı. Bu ise halk dili ile aydın dili, konuşma diliyla yazı dili arasındaki uçurumların doldurulmasına bağlıydı. 1920’lerin hatta 1930’ların Türkiyesi’nde bu kesimler arasında çok büyük farklılıklar vardı. Gerçi basının 1860’lardan itibaren yaygınlaşması ve Osmanlı ülkesinde telgrafın kullanılmaya başlanmasıyla dilde nisbî bir sadeleşme eğilimi başlamıştı. Bu eğilim 1908’de Meşrutiyetin yeniden yürürlüğe konmasından sonra, özellikle Selânik’te başgösteren Genç Kalemler dergisi etrafında toplanan edebiyatçıların başlattıkları Yeni Lisan hareketi ile oldukça önemli bir aşamaya yol açtı. Fakat 1920’lerde Arapça, Farsça ve Türkçe’nin karışmasından oluşan Osmanlıcayı, sokaktaki sade vatandaşın anlaması mümkün değildi. Halk ile aydın kitle arasında iletişim eksikliği vardı. Milleti oluşturan fertler arasında kültür birliği, dil birliği oluşturulamamıştı. “Ülkenin kültür bütünleşmesi, dilde bütünleşmeye bağlıydı.” Diğer taraftan Atatürk İnkılâplarının halka mal edilmesi, aydın dili ile halkın dili, konuşma diliyle yazı dili arasındaki açıklığın kapatılmasını gerektiriyordu. Bu pratik gerekçenin yanında esas ağır basan başka bir konu vardır. O da şudur: Millî Mücadele sonucunda Osmanlı İmparatorluğu tarihe karışmış, Türkiye Cumhuriyeti kurulmuş, Ümmet toplumundan Millet toplumuna geçilmiştir. İnkılâpların temel ilkelerinden başta gelenlerinden biri Milliyetçilikti. “Milliyetçiliğin temel taşlarından biri de dil birliğidir.” Nitekim Atatürk Milleti şöyle tanımlar: “Millet, dil, kültür ve ülkü birliği ile birbirine bağlı vatandaşları teşkil ettiği bir siyasal ve sosyal bir birlikteliktir”.453 Ona göre, milliyetçiliğin esası dil birliğinin korunmasıyla mümkündür.454 Dil, milliyetin ve kültürün temel dayanağını oluşturmaktadır. Milleti oluşturan değerler dil aracılığı ile nesilden nesile aktarılır. “Kültürün zenginliği, dilin işlerliği ve toplum katmanında anlaşılır ve yaygın olmasıyla orantılıdır.” Bu anlamda Türkiyenin kültürel bütünleşmesi, yabancı etkilerle benliğini kaybetme noktasına gelen dilin millileşmesine bağlıydı. Atatürk bu gerçeği şöyle ifade eder: “Millî his ile dil arasında bağ çok kuvvetlidir. Dilin millî ve zengin olması millî hissin gelişmesinde başlıca etkendir. Türk Dili dillerin en zenginlerindendir. Yeter ki; bu dil şuurla işlensin ülkesini yüksek istiklalini korumasını bilen Türk Milleti dilini de yabancı diller boyunduruğundan kurtarmalıdır.”
Atatürk dil inkılâbını her işinde olduğu gibi sistemli ve uygun zamanlamayla yürüttü. Önce dil inkılâbı için alt yapıyı oluşturdu. Bunun için önce Türkiye’deki bütün okullar Milli Eğitim Bakanlığı’nın  denetimine alınarak öğretim birliği sağlandı. Ardından dil inkılâbını millî eğitim temeline oturtacak olan Harf İnkılâbı yapıldı (1928). Ertesi yıl Arapça ve Farsça dersleri okullardan kaldırıldı. Ardından “Dil işlerini düşünecek zaman geldi” diyen Atatürk 12 Temmuz 1932’de Türk Dili’ni Tetkik Cemiyetini kurdurdu. Daha sonra Türk Dil Kurumu adını alan bu derneğin çalışmaya başlamasıyla dil inkılâbı yürürlüğe girdi. Dernek Atatürk’ün bizzat takip ettiği hızlı bir çalışma ile ana programını belirledi. Buna göre:
1. Türk dilini millî kültürü eksiksiz bir ifade aracı haline getirmek; Türkçeyi çağdaş medeniyetin gerektirdiği bütün ihtiyaçları karşılayabilecek bir mükemmeliyete erdirmek.
2. Yazı dilinden Türkçeye yabancı kalmış unsurları atmak; Halkçı bir idarenin istediği şekilde, halk ile aydınlar arasındaki dil ayrılığını ortadan kaldırmak ve temel unsurları öz türkçe olan zengin ve güzel, millî bir dil yaratmak.
Bundan sonraki çalışmalarda üç dönem gözlemlenmektedir.455


a) 1932-1934 Dönemi: Bu dönemde halk ağızlarındaki, yazılı kaynaklardaki Türkçe kelimeler taranarak 2 cilt olarak Tarama Dergisinde yayımlandı. Bu arada dile hangi ölçülerde el atılması gerektiği tartışmaları yapılmaktaydı. Tartışmalar sonucunda iki görüş ortaya atıldı. 1. Grup dilden yalnız yabancı ek ve kaidelerin atılmasını, dilin kendi doğal gelişme seyrine bırakılmasını savunmaktaydı. 2. Grup Türkçenin hiçbir yabancı kelimeye ihtiyacı olmadığını bu itibarla dilde bulunan yabancı kelimelerin kullanılmamasını isteyen tasfiyecilerdi. Atatürk ağırlığını 2. gruptan yana koydu. Hızla yürütülen tasfiye hareketi sonucunda Arapça, Farsça kökenli kelimeler atıldı. Yerlerine Türkçe kökenli kelimeler konuldu. Karşılığı bulunmayan kelimeler için diğer Türk lehçelerinden veya Türk dilinin eski kaynaklarından yeni kelimeler üretildi. Ancak oluşan yeni dili ne halk ne de aydın kesim anlamıyordu. Tasfiyecilikte aşırıya gidilmesi üzerine dilin yeni bir keşmekeşe ve çıkmaza gittiğini gören Atatürk işe yeniden müdahale etti: “Türkçe’nin hiç bir yabancı kelimeye ihtiyacı olmadığını söyleyenlerin iddiasını tecrübe ettik. Dili bir çıkmaza sokmuşuzdur; maksatlarımızı anlatamaz olmuşuzdur.  Bırakırlar mı dili bu çıkmazda? Hayır. Ama ben de işi başkalarına bırakamam. Çıkmazdan biz kurtaracağız.”456 diyerek yeni bir komisyon kurdurdu.
b) 1934-1936 Dönemi: Komisyon ilke olarak Türkçesi olan yabancı kelimeleri tasfiye ediyor, kullanılır Türkçesi olmayanları Türkçe olarak alıkoymaktaydı. Artık Türkçe kelimeler yapılma devrine girildiğinden şivedeki ek ve köklerden yeni kelimeler üretilmekteydi. Mutedil özleştirmecilik olarak tanımlanan bu çalışmalar sonucunda, meydana getirilen sözlük Atatürk’ü memnun etmemişti. Kılavuz’da yer alan 8000 kelimelik dille yazmak ve konuşmak mümkün değildi. Bu görüşünü Komisyon Başkanı Falih Rıfkı Atay’a şöyle açıklar: “Memleketimizin en büyük bilginlerini, yazarlarını bir komisyon halinde aylarca çalıştırdık. Elde edilen netice şu bir küçük lügattan ibaret. Bu tarama dergileri cep kılavuzları ile bu dil işi yürümez. Falih Bey; biz Osmanlıcadan ve Batı dillerinden istifadeye mecburuz.”457
Böylece Ulu Önder, artık Türkçeleşmiş, dilin malı olmuş, halkın diline yerleşmiş olan kelimelerin dilden atılmaması gerektiğini belirterek tasfiyeciliğe noktayı koymuş oluyordu.
c) 1936-1938 Yaşayan Dile Dönüş Dönemi: 1936’dan sonra dil çalışmalarında aşırı özleştirmenin dili yeni bir çıkmaza sürüklememesi için Güneş-Dil Teorisi ile tempo yavaşlatıldı.458 Dile yerleşmiş kelimelerin atılmasına son verildi. Yaşayan dil ön plâna alındı yeni kelime üretiminde yaşayan Türkçe’nin ek ve köklerinin kullanma yoluna gidildi: Bu dönemde özellikle okul terimleri üzerinde duruldu. Osmanlı Türkçesinden gelen Arapça ve Farsça kurallarla oluşmuş Türk diline yabancı kelimelere Türkçe karşılıklar bulundu. Atatürk bu işte de öncülük etti. Terimleri kendisine ait olan bir geometri kitapçığı hazırladı. Onun kullandığı üçgen, dikdörtgen, kare, açı, teğet, kiriş v.s. gibi terimler bugün de zevkle kullanılmaktadır. Keza bu dönemde dil ve tarih çalışmalarına bilimsel metodlarla incelenmesi için gene onun görüşü doğrultusunda Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi kurulmuştur.
1938’de Atatürk’ün üfulünde, dilde arılaşma akımı artık bir daha geriye dönülemeyecek ölçüde halka mal edilmişti. Onun amacı “Zengin, güzel ve millî Türkçe, yaşayan Türkçe idi” Türkçe bu yolda ilerlemeye devam etmektedir.
Atatürk’ün dil inkılabı sonuçları şöyle özetlenebilir:
Yazı dili ile konuşma dili; halk dili ile aydın dili arasında fark önemli ölçüde giderilmiştir. Böylece yönetenlerle yönetilenler arasında dialog kolaylaşmıştır. Kültürün tabana yayılmasıyla millî bütünlük pekiştirilmiştir. Dil inkılâbı ile Türkçe yabancı dillerin boyunduruğundan kurtarılmış, zenginleşme ve güzelleşme yolunda yeni  ufuklara yönelmiştir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder