Atatürk, II meşrutiyet döneminin fikir tartışmaları içinde yaşamıştı. Onun sadece kariyeriyle meşgul bir asker olmadığını biliyoruz. Keza onun cephede bile sosyal konularla ilgili kitaplar okuduğunu, kadınların yetişmeleri konusunda kafa yorduğunu eldeki belgelerden anlamaktayız.479
1918’de rahatsızlığı nedeniyle Karlsbad’ta bulunduğu sırada yazmış olduğu hatıralarında, yetki ve güç sahibi olması halinde, sosyal hayatla gerekli inkılâbı bir hamlede gerçekleştireceğini kaydetmiştir.
İstilâcı güçleri Mehmetciğin süngüsü ile yurtdışına attıktan sonraki hedefi, yeni Türkiye’yi oluşturmaktır. Bunun yolu çok çalışarak çağdaş medeniyetin ortağı olmaktan geçmektedir. Bu ise ülke nüfusunun yarısını teşkil eden kadınların sosyal ve ekonomik hayatta yerlerini almasıyla mümkün olabilecektir. Ocak 1923’te İzmir’de halkla konuşurken bunu şu şekilde ifade eder: “…Yaşamak faaliyet demektir. Dolayısıyla bir toplumun bir uzvu faaliyette bulunurken diğer uzvu atalet içinde olursa o toplum felç olmuştur… Dolayısıyla toplumumuz için ilim ve fen lâzım ise bunları aynı derecede hem erkek, hem de kadınlarımızın elde etmeleri gerekmektedir.… Kadınların en büyük vazifesi analıktır. İlk terbiye verilen yerin ana kucağı olduğu düşünülürse, bu vazifenin önemi layıkı ile anlaşılır. Milletimiz kuvvetli bir millet olmaya azmetmiştir. Bugünün gereklerinden biri de kadınlarımızın her hususta yükselmelerini sağlamaktır. Bu sebeple kadınlarımız da ilim ve fen sahibi olacaklar ve erkeklerin geçtikleri bütün tahsil derecelerinden geçeceklerdir. Sonra kadınlar erkeklerle yürüyerek birbirinin yardımcısı ve destekçisi olacaklardır.”480
Atatürk, Türk kadınının Milli Mücadeledeki eşsiz fedakârlığını bizzat görmüş ve yaşamış bir şahıs olarak, 21 Mart 1923’te Konya kadınlarıyla konuşurken şu cümlelerle dile getirir: “…Dünyanın hiç bir milletinin kadını ben Anadolu kadınından fazla çalıştım, milletimi kurtuluşa ve zafere götürmekte Anadolu kadını kadar hizmet gösterdim diyemez… Kimse inkâr edemez ki bu harpte ve bundan önceki harplerde milletin hayat kabiliyetini (ayakta) tutan hep kadınlarımızdır. Çift süren, tarlayı eken, ormandan odunu kesip getiren, mahsulatı pazara götürerek paraya çeviren, aile ocaklarının dumanını tüttüren bütün bunlarla beraber, sırtıyla kağnısıyla, kucağındaki yavrusuyla yağmur demeyip, kış demeyip, sıcak demeyip cephenin harp malzemesini taşıyan hep onlar, hep o yüce, o fedakâr, o ilâhi Anadolu kadınları olmuştur…”481
O ilerlemenin, çağdaş medeniyet düzeyinin üstüne çıkmanın, ancak kadın ve erkeğin birlikte gösterecekleri çaba ile başarıya ulaşacağına inanmaktadır. Bu konuda toplumu her fırsatta uyarır. Daha önce denenen yenilenme hareketlerinin başarısız kalması nedenini şöyle açıklar: “…Bence sebeb işe esasından temelinden başlanmamış olmasıdır. Bu hususta açık söyliyelim. Bir toplum bir millet erkek ve kadın denilen iki cins insandan meydana gelir. Kabil midir ki bir kütlenin bir parçasını ilerletelim diğerini kendi haline bırakalım da kitlenin hepsi ilerleme şerefine ulaşabilsin? Mümkün müdür ki bir topluluğun yarısı zincirlerle bağlı kaldıkça diğer kısmı semalara yükselebilsin.482
Atatürk her işinde olduğu gibi, ortamı gereğince hazırladıktan sonra, Medenî Kanun 4 Ekim 1926’da yürürlüğe konuldu. Hukuk inkılâbı bölümünde açıklandığı gibi, Medeni Kanun Türk kadın haklarına ihtilal sayılabilecek çarpıcı yenilikler getirmekteydi. Bu yasa ile kadın ve erkek yasalar karşısında eşit duruma geliyordu. Çok kadınla evlilik kaldırılıyordu. Evliliğin hukukî bakımdan geçerli olması için, nikâh memuru tarafından ve iki şahit huzurunda yapılması gerekiyordu. Boşanmada erkeğe tanınmış olan keyfilik kaldırıldı. Her iki cinse mahkeme kararıyla boşanma hakkı tanındı. Boşanma halinde kadının ve çocuğun geçimini sağlayacak hükümler öngörüldü. Miras bakımından da kadına da eşit miras hakkı tanındı. Evlenme yaşı kayıtlara bağlandı. Böylece aile sağlam bir temele bağlanmış, kadına sosyal ve ekonomik alanda etken olma yolu açılmıştır.483
Nitekim 1927’de Kadınlar Birliği tüzüğüne kadınlar için siyasî haklar sağlamaya çalışılabileceği şeklinde bir madde koymuş ve bu konuda basında tartışma başlatılmıştır.
Çok geçmeden 3 Nisan 1930’da kadınlara belediye seçimlerine katılmak hakkı verildi. 5 Aralık 1934’de kadınlara milletvekili seçmek ve seçilmek hakkı tanındı. Kanun gerekçesinde şöyle denilmektedir: “Türk Tarihinin her safhasında ve her safhasında erkeği ile yan yana her fedakârlığı yapan, ulus ve yurt işlerinde büyük feragatla her mahrumiyete, her cefaya ve her acıya katlanan ulusun, yurdun felâket ve saadetlerine aynı hisle katılan büyük kalpli ve yüksek erdemli Türk kadını, müşterek eseri olan bu Cumhuriyet’te elbette ve elbette kendi evinin kent beldesinin işlerinde olduğu gibi, yasama işlerinde de temiz ve ciddi mevkiini alacaktır.”484
Bu yasaya göre ilk milletvekili seçimi 8 Şubat 1935’te yapıldı. İlk defa parlâmentoya 18 kadın milletvekili girdi. Bunların ekserisi millî eğitim kaynaklıdır. Ama içlerinde Satı kadın gibi köyden gelenler de vardı.
Türk kadınına Atatürk’ün getirdiği bu haklar verildiği sırada, Avrupa, Amerika ve Asya’daki bir hayli ülkenin kadınları bu haklardan yoksundular. İsviçre gibi en medenî tanınan bir ülkede bile kadınların oy verme hakları yoktu.
Yaptıklarıyla çığır açan Atatürk, kadın hakları konusunda da kendi çağının çok ötesine uzanan bir öngörü ile hareket etmiştir. Böylece Millî Mücadele’de istilâya uğrayan vatanı kurtarmak için cephede vuruşan, karda, kışta, ateş hattına sırtında cephane taşıyan, mitinglerde bağımsızlık için haykıran Türk kadınını ödüllendirmiştir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder