C. Ateşkes Krizi: Türk Ordusu Boğazlar Önünde
Krizi keskinleştiren en önemli faktörlerden biri Büyük Britanya Başbakanı Lloyd George’nin peşin hükümlü, ön yargılı tutumuydu. “İşin başından beri sermayesini yanlış ata oynayan” ve siyasî geleceği ciddi bir şekilde sallantıya giren, Yunan dostu ve Venizelos hayranı olan, Yunan iş adamları ve diplomatlarıyla içli dışlı ilişkilerde bulunan İngiliz Başbakanı, sert bir tutumla durumunu kurtarmak istiyordu. Dolayısıyla İngiltere Bakanlar Kurulu daha 7 Eylül 1922’de gerekirse tarafsız mıntıkanın silâhla savunulmasına karar verdi. Bunu sağlamak için Çanakkale’ye İngiliz Fransız ve İtalyan kuvvetleri çıkarıldı. 12 Eylül’de İngiltere müttefiklerine ortak hareket teklifinde bulundu. Fransa Boğazların serbestliğini ve Türkiye’nin meşru haklarına dikkate alacak bir çözümü kabul edeceğini bildirdi. 15 Eylül’de İngiliz Bakanlar Kurulu, tarafsız mıntıkaya tecavüz edilmemesi için, Mustafa Kemal’e tebligat yapılmasına ve “Şark Meselesi” için ilgili devletler arasında bir Konferans toplanmasına karar verdi. Ancak “Türklerin önünden kaçmamak” konusunda kararlı ve enerjik bir tutumla siyasî kariyerini kurtarmak isteyen Lloyd George, tarafsız mıntıkanın savunulması için Müttefikler, Balkan devletleri ve İngiliz sömürgelerinden askerî destek isteyen kışkırtıcı ve heyecan uyandıran bir demeç yayınladı. Bu demeç, hem İngiltere’de ve hem de Avrupa’da heyecan uyandırdı ve genelde bir savaş çağrısı olarak değerlendirildi. Türk Ordusu’nun sözde tarafsız denilen vatan topraklarına girmesi, yeni bir savaşa mı yol açacaktı? İngiliz basını genelde olayı müthiş bir hata olarak değerlendirdi. Yeni Zelanda hariç, dominyonlar yardım etmeyi reddettiler. İtalya Ankara’ya karşı cephe almayacağını belirterek Çanakkale’den askerlerini geri çekti. Fransa Başbakanı Poincaré’de yirmi dört saat içinde Fransız askerlerinin geri alınması talimatını verdi. Yugoslavya ve Romanya’da İngiliz teklifini olumlu karşılamadılar. Dünyada Lloyd George ve yakın arkadaşlarından başka kimse savaş istemiyordu.
Bu arada İzmir’i istilâcı ordulardan kurtaran Gazi Mustafa Kemal’in orduları Boğazlara yönelmişlerdi. Sözde tarafsız bölgeye girmeleri halinde her an bir çatışma çıkabilirdi. Gazi Başkomutan gerçekçi bir hesap adamıydı. Trakya’yı barışçı yolla kurtarmaktan başka bir amaç peşinde değildi. Dolayısıyla Türk askerlerine herhangi bir silâhlı çatışmaya girmemek için kesin emirler vermişti. Mehmetçikler silâh namluları aşağıya dönük olarak, kararlı bir şekilde Çanakkale ve İstanbul’a yöneldiler. Çanakkale’de İngiliz tel örgüleri önüne kadar geldiler. Yeni bir savaş mı başlayacaktı? Her şey “Hudutlarında güneş batmayan Majestelerinin hükümetine” bağlıydı!
Tehlikeyi önlemek isteyen Fransa, İstanbul’da bulunan Yüksek Komiseri General Pellè’yi İzmir’e koşturdu. General Pellè, tarafsız bölgeye girilmemesini istedi. Mustafa Kemal, böyle bir bölgeden ne kendisinin ne de Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümetinin haberi olmadığını, askerî harekâtın hedefinin bozguna uğratılan düşmanı takip etmek olduğunu söyledi. Diğer taraftan Paris’e koşan Lord Curzon, 20 Eylül’de Müttefikler arası görüş birliğini zorlukla sağlayabildi. Buna göre, tarafsız mıntıkaya girilmemesi, Boğazların Milletler Cemiyeti gözetiminde geçiş serbestliği ve azınlıkların himaye edilmeleri şartıyla, Doğu Trakya’nın Türkiye’ye bırakılabilmesi, Mudanya ya da İzmir’de Ateşkes görüşmeleri yapılması ilkeleri benimsendi. Teklif Ankara’ya 23 Eylül 1922’de iletildi. Bu arada Türkler tarafsız bölge içinde Erenköy’ü kurtarmışlar, sert İngiliz uyarılarına rağmen geri çekilmemişlerdi. Londra’daki hırçın İngiliz bakanları “Çanakkale’den çekilmenin Büyük Britanya’yı utanç verici duruma düşüreceği” kanısındaydılar. İngiliz Hükümeti, 29 Eylül’de General Harington’a “belirli bir süre içinde” tarafsız bölge boşaltılmazsa, ateş açılacağı yolunda Türklere ültimatom vermesi talimatını gönderdi. Londra’daki Hükümet adamlarından daha serinkanlı davranan İngiliz Generali, birliklerine Çanakkale’ye saldırı olmadıkça ateş edilmemesi emrini verdi. Diğer taraftan, barışcı çözüm istediğine inandığı Mustafa Kemal ile yazıyla temasa girerek bir anlaşma yolu aradı. Bu arada acele İzmir’e gelen Fransız diplomatı Franklin Bouillon da iki tarafın görüşlerinin yakınlaşmasına gayret etti. Her şey Gazi Başkomutan’ın kararına bağlıydı. O, kendine olan hudutsuz güvenine, bitip tükenmeyen enerjisine, gerektiğinde son derece atılgan davranmasına, cüretkâr ve sorumluluk almaya elverişli karekterine rağmen, her şeyden önce gerçekçidir. Değişen şartlara uymasını veya gerekirse en uygun zamanı beklemesini bilen bir hesap ve mantık adamı, mümkün olan ile olmayanın hudutlarını iyi çizen bir liderdi. Büyük bir zafer kazanan Ordular Başkomutan’ı olmasına ve “çevresinin zor dayanılır tahriklerine” rağmen, İngilizleri şereflerinden etmek ve yeniden dökülecek kanlar pahasına yaşanılacak ölçüsüz bir hareketin lüzumsuzluğuna kani olarak durulacak zamanın geldiğine karar verdi. Her türlü askerî tedbirleri aldıktan sonra Doğu Trakya’nın Meriç’e kadar Türkiye’ye bırakılması şartıyla, Mudanya’da ateşkes görüşmesi yapılmasını kabul etti. Ateşkes görüşmelerinde Türkiye’yi Batı Cephesi Komutanı İsmet Paşa temsil edecekti.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder